Çokça kullandığımız bir sorudur:

'Ne var ne yok?''

Hal-hatır sormanın klasik bir ifadesidir…

Geniş kapsamlıdır…

Sorunun muhatabının dertlerinden sevincine kadar her hali kapsar…

İyiyi de kötüyü de…

Hatta soruyu yönelttiğiniz kişinin çevresinde olup bitenlerin tümünü…

Ya ''iyilik-sağlık'' sözcükleriyle ya da 'Ne olsun…'' diye start alır yanıt.

Ardından da 'Biliyor musun'' diye başlayan iç dökme, yakınma bölümü gelir…

Konunun içeriğine göre arada bir 'Vah vah'' gibi üzüntü ifade eden ya da ''Hadi canım'' gibi şaşkınlık halini yansıtan karşılıklarla muhatabın anlattıklarına verilen dikkat, örtülü biçimde vurgulanır.

Bir de konunun lastik gibi uzatılmasından sıkılma hali vardır…

Ama kaçış yoktur. Durumu fark eden anlatan 'nerde kalmıştık?'' diyerek, muhatabını anlattıklarının devamını dinlemeye zorlar adeta. Bu durumda 'Pardon kapının zili çaldı da'' savunmasına sığınmaktan öte yapacak bir şey yoktur.

Bu konunun üzerinde neden bu kadar durduk?

Durduk, çünkü bu tür monologlar yaygın bir hastalık haline geldi.

Eşe dosta hal-hatır sormak taktir edilen bir davranış olmaktan çıktı.

Hatta kaçınılması gereken bir davranışa dönüştü.

Bir dokun bin ah işit…

Hele bir de görüşmeyeli epey zaman geçmişse aradan…

Nadiren de olsa 'iyilik-sağlık'' diye başlıyorsa söze pek sorun yok demektir…

Yok şayet 'Ne olsun?'' diye başlıyorsa yanıt, biliniz ki 'Marko Paşa'' rolü biçilmiştir sizin için.

O anlatacak, siz dinleyeceksiniz…

Kurtuluş yok…

Söz ağızdan çıktı bir kere…

Sorup da kaçmak yok öyle…

Maden sordunuz, cevabını da alacaksınız.

Ama kabahatin büyüğü soranda…

Milletin halini bile bile soruyor 'Ne var ne yok'' diye…

Yok öyle ''kapının zili'' filan…

Zira kendi de aynı dertlerden mustarip.

Kime yansın?

Kendisine mi, eşin dostun haline mi?

İki-üç gün sonra sıra size de gelecektir nasıl olsa…

Boş bulunup da bir dost, bir arkadaş, bir akraba soracaktır mutlaka 'Ne var ne yok'' diye…

Önce soluklanıp derin derin,

Sonra 'Biliyor musun'' der, ardından başlarsınız uzun uzun anlatmaya…