Yazar ve Sosyal Hizmet Uzmanı Doç. Dr. Aziz Şeker ile 'Edebiyat Sosyolojisini Güncek Kılmak' kitabının yayın sürecini, böyle bir çalışma için nasıl yola çıktıklarını ayrıcaedebiyatta eril söylemi pekiştiren metinler üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

•'Edebiyat Sosyolojisini Güncek Kılmak' kitabınasıl ortaya çıktı? Sizleri böyle bir çalışma yapmaya iten sebeplerden söz eder misiniz?

Açık söylemek gerekirse, 'sosyal problem' kavramına duyulan ilgi kitabın ortaya çıkış serüvenine yön verdi. Sonuçta disiplinlerarası bir uğraş olmalıydı, çabamızın ürünü. Yazarların büyük bir kısmını tanımıyorduk, konuyla ilgili yazılan metinlere, çalışmalara bakarak herbirine ulaştık. Yeni yüzler, kendi disiplinlerinde üretenler de katıldı. Edebiyatı sosyolojik bir bağlama oturtmanın gerekliliği bizleri buna sürükledi. Kuşkusuz edebiyat sosyolojisine yönelik yapılmış çalışmalar var. Tanzimat Dönemi romanlarına, Cumhuriyetin erken dönem yapıtlarına eğilmektense toplumsal değişme-edebiyat ilişkisini kurabilecek çağdaş edebiyatındolayımında bir okuma yaptık. Şunu da söylemek mümkün, edebiyat sosyolojisinin sessizliği, edebiyatta yeni bir kamuoyu oluşturma çabasına itti bizleri. Yazarlarımız da edebiyatın 'hoşgörüsüne' yaslanarak önemli katkılar sağladılar.

•Kitabın editörlüğünü sosyoloji doktoru Emre Özcan ile yaptınız. Kitabın editörlüğünü yaparken dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir?

Sosyal teoriyle çelişmeyen bir editörlük süreci yaşamamız gerekiyordu. Olan deneyimleri göz ardı etmemeliydik. Toplumsal-tarihsel arka planı olan, kişisel özveriyle yapılandırılan bir kitabın doğacağına inanmak, biraz da 'laisser –faire'e' herşeyi bırakmamak deyim yerindeyse özel bir çaba da gerektiriyordu. Bireysel beklentilerin, entelektüalizmin değerlerinin önüne geçmemesidir, çoklu yazarların yer aldığı kitaplarda yapılması gereken. Yazar çeşitliliğine saygı, her bir yazarın metni güçlü kılarken üzülmemesi, metinden itibar kaybı yaşanmasına fırsat vermemek temel uzlaştığımız ilkelerdi. Ve böylece kitap kendi jargonuyla 'ölümsüzlük' kazandı. Alternatif söylemler üretir mi bilmiyorum. Ama, yeni cüretkar yazılar için edebiyat sosyolojisine ilgi gösterenleri motive edebilir. Unutmadan, sosyologEmre Özcan ile 'Yeraltı Edebiyatı/Toplumsal Cinsiyet' temalı bir çalışma süreci içinde olduğumuzu da ifade etmek isterim. Edebiyatın bir işe yarayıp yaramadığı konusunda yapılan tartışmalar bir yana yeni çalışmalarımız olacaktır, kısaca editörlük macerasıbir kaç kitap ile de sürecek.

'İLK BASKISI TÜKENMEK ÜZERE'

•Okurla buluşturduğunuz bu netameli işin altından nasıl kalktınız? Edebiyat çevrelerince kitap nasıl karşılandı?

Sessiz bir ilgi var. Öte yandan süren koşullarda kitap basmak da zor, almak da! Adı bilinen yayınevleri bile tanınan yazarların kitaplarından 500-1000 arasında basabiliyor. Bizlerin çalışmasına gelince bu şekildebasılmıştı, gelen bilgilere göre ilk baskısı tükenmek üzere. Kitabın öngörüsünden hareketle pratiğe geçtiğimizde 'oyun dışı' kalmamak hissi kitabın habitus'unu belirledi. Kitabın kendi yaşam öyküsüdür anlatılan şey... Yazarların yayınevlerini, yayınevlerinin yazarları referans gösterdiği,edebiyat endüstrisinde duyumsanan, içten içe benimsenenbir hiyerarşinin vuku bulduğu ilk ve son sözü İstanbul'un söylediği bir edebiyat piyasasında kendimize yer bulmak her zaman zor olacaktır. İstanbul dışında matbaaların çalıştığı her yer Anadolu'dur. Denebilir ki, roman, İstanbul'da yazılır, mekan İstanbul'dur. Beyaz perde İstanbul olmadan anlamsız kalır. Dolayısıyla İstanbul dışında yazmak, yayınlamak unutulmanın gerekçelerini de içinde taşır. Bunu bilmekle beraber Anadolu'da da akademik bir dünya, eli kalem tutan insanlar, söz hakkını kullanan failler var; ayrıca belirli sosyal ortamlarda yan yana gelen 'tek kitaplı' yazarlar çok.

•Aziz Şeker için okumak/yazmak hayatın neresindedir? Bize okuma, yazma pratiğinizden söz eder misiniz?

Maalouf'dan deneyimleyerek bir şeyler söylemek istiyorum. Ben, biraz önce adını andığım yazarın aynı zamanda kitabının ismi olan 'Çivisi Çıkmış Dünya'yı üniversite yıllarında yaşarak fark ettim. Periferiden gelen için öncelikler değişir. Dünya meselelerini kavramak çok zaman ve emek ister. Dışarıda kalmanın duygusu, toplumsal koşullar oldukça belirgindir. Sonra sonra yürürken karşılaştığınız bazı iyi insanlarla dünyanızı zenginleştirebiliyorsunuz. Yazının anlamı, bir bakıyorsunuz ki size de değiyor. Bir alan bulup siz de yazıyorsunuz. Yazmanın seyrini bir şeyleri anlatma gereksinimi belirliyor. Bu bittiğinde yazamazsınız ki...

'KADINLAR DÜNYAYI VAR EDENLERDİR, YIKANLAR DEĞİL'

•Edebiyatta cinsiyetçi yaklaşım sergileyen ve eril söylemi pekiştiren metinlerin fazla olduğunu görüyoruz. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir toplumun gerçeğini görmek istiyorsanız, masallarına bakın. Genel toplum stratejileri edebi metinlerde detaylıca ve rahat okunur. Bu anlamda edebiyat güçlü ve psikososyal bir yansıtıcıdır. Ana damar olmayabilir, toplum meselelerini çözümlemek için, ancak oldukça gereklidir. Toplumsal kurumlar içindeki önemi de, toplumsal kurumları yansıtmasından ileri gelir. Hukuk, aile, ekonomi, eğitim, siyaset, din, bütün bunlarla ilişkili bir başka şey var: cinsiyet. Her bir toplumsal kurum içine yerleşmiş, onlar tarafından inşa edilen toplumsal işbölümünde 'yeri' ile sınırlandırılan, kısaca erkek otoritesiyle toplumda vücut bulan toplumsal cinsiyettir. Ne yazık ki, yerine göre 'ellerinde olmayan güçten' dolayı bunu sürdüren kadınlar tarafından da beslenen 'erkek sesidir.' İffet ve sadakat, kadın için uzun bir dönem edebiyatın da eril imaj yaratma amacına hizmet etmiştir. Romana bakın, toplumsal hareketliliğin 'öznesi' erkekler baskın karakterler olarak inşa edilmişlerdir. Kollektif bilince yerleşme süreci ise kültür ve toplumsal cinsiyet kalıplarıyla desteklenen hegemonik erkeklik düsturuyla ola gelmiştir. Başka bir ifadeyle, toplumsal söylem birlikteliği ataerkil yapılar olarak romanda ağırlıkla yer almıştır. Buna karşın feminist teorinin çeşitli yaklaşımlar eşliğinde gelişmesi, toplumsal cinsiyet tartışmaları, edebiyat sahasında da bir müzakerenin önünü açmıştır. İroni olarak verelim, edebiyatta büyük toprak sahibi/mülk/güç sahibi erkeklerle işimiz var. Kültür bile kadını denetlemekle meşgul. Sonuçta, topyekünbir ezbere karşı olmanın mümkün olduğunu edebiyat yaşatmıştır. Eril tahakkümün/ patriyarkanın oyununu hatta büyüsünü reel edebiyat bozar.

Feminist edebiyat sosyolojisi üretilebilir mi, bir süredir üzerinde çalıştığım bir konu. Sosyal teorinin içinde yerleştirilebilecek feminist edebiyat sosyolojisi yaklaşımı 'kadınların saflığına' değil 'akıllarına' hayrandır. Kadın Roman Kahramanları kitabımda, dayandığım tez biraz da buydu.Mitoloji, tarih gösteriyor ki erkeklerin hikayeleri var mıdır, çoğunlukla yoktur, savaşlar dışında. Ama kadınlar dünyayı var edenlerdir, yıkanlar değil. Çalış, üret, ancak mahrem alana hapset. İşte bu küresel problemdir.

'EDEBİYAT, TOPLUMU DEMOKRATİKLEŞTİRİR'

•Sizce yazarlar toplumsal sorumluluğa gereğince sahip mi? Böyle bir şey gerekli mi?

Birey kendi ya da toplum için ifade ettiği değere göre benliğini tasarlar ve anlamlandırır. Büyük yazarları, kendi dramları ve biyografileri üzerinden bahisle değerlendirmek yetersiz kalır. Yazarın 'kendiliğine' yöneldiği yerle bir sınır koymuş oluruz. Bunun yanında toplumsal koşullar, toplumsal değişim sürecinde edindiği izlenim becerisi yani bir toplumsal bağlam da yazarın yetişmesine olanak sağlar. Örneğin Sanayi Devrimi birkaç yüzyıla yayılan sosyo-ekonomik değişimi simgeliyor. Ve kendi yazarlarını ortaya çıkardı. Bu zaman dilimindeki büyük toplumsal olaylar, maddi koşulların değişimi gibi birçok olguyla yüzleşerek sosyal bilimin dahi geri durduğu konuları işlediler.Çukurova'da bu dinamik birden bire oluyor. 20-30 yıl nedir ki, ama Orhan Kemal'in, Yaşar Kemal'in tanıklığında yaşananlar onların romanlarının sosyolojik dokusunu biçimlendiriyor. Edebiyatın geniş kitlelere ulaşabilmesinin sırrı burada. Değişimin getirdiği sosyal çelişkiler için kalem tutan el, yeri geldiğinde ağır bedeller ödeyerek 'toplumsal sorumluluk' yükleniyor. Çünkü daha insancıl, özgürlükçü, adil paylaşımı, sömürüsüz dünyayı, güler yüzlü bir yaşamı savunuyor. Bu sebeple edebiyat, toplumu demokratikleştirir. Gerçeklerin sesi olan bir edebiyat kimliği, ancak bunu yerine getirebilir.Sartre'nin o meşhur, 'yazar aç milyarlar için yazmadıkça...' ile başlayan ve yazarı kamusal sorumluluğa davet eden çıkışına yeni şeyler eklemek gerekir. Kadın gibi... Tarih sahnesinde edebiyat ve kadın hak ettiği yerde olmalıdır.

Edebiyat ile sermaye birikimine yön veren dinamikler arasında seçici bir yakınlaşma bulunmaktadır. Sonra kentsel alan, edebiyat üretiminde oldukça etkilidir. Sosyal problemi kentleşme ile birlikte daha net okuyabiliyorsunuz. Örneğin, Tanzimat Dönemi hatta Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yazılan romanlara bakın; yoksulluk, öteki olmak, çocuk yaşta evlilik, töreler, ataerkillik vb. bir çok sosyal durum kentsel mekanda üretilen sosyal bilginin kadrajına girdikten sonra yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalara malzeme taşıyanlar ise roman yazarları olmuştur. Ağalık, kırsal toplumda eril tahakkümün araçları, nasıl ki Yaşar Kemal ile sosyal bilimin analiz ögesi haline gelmiş iseeğlence sektöründe kullanılan kadın bedenleri Orhan Kemal ile sosyal bilimin kıyısına itilmiştir. Örnekler çoğaltılabilir.

Gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerden çıkan edebiyatçılar sosyal konulu metinleri edebiyat bagajlarına yüklerken bir de aydın sorumluluğunu alıyorlar. Bir bakıma toplumsal meseleler hakkında kanaat üretmek görevi denebilir. Ve bu daha zor olanı. Aşkı ve yalnızlığı yazarak para kazanmak yazar için iyi gelir getirebilir. Ancak 'Memleketimden İnsan Manzaraları'nı toplumu mesele yaparak aşkla yazmak, yoksul olan insanların yalnızlığını dert edinmek sorunuzun özünü oluşturan toplumsal sorumluluk kısmında yazarı, kamuya ait bir sözcü konumuna taşır. Dolayısıyla gerçek edebiyat, yazarı için baş ağrıtır.

Toplumsal sorumluluk, yazarların ilgisindeolan bir tartışma konusu olmalıdır. Sonuçta edebiyat, kötülüğü, felaketleri, toplumsal kırılmaları, ötekileştirmeleri, dışlanmayı, yeraltını/yer üstünü, toplumsal parçalanmaları, toplumsal beklentileri, demokrasiyi ve umudu, doğayı ve hayvanları, kadınları, çocukları insan felsefesi üzerinden vermeyi görev edindikçe, eril tahakkümü ifşa etmeyi göze aldıkça, sorumluluk sahibidir. O halde paranın bağışlayıcılığını edebiyattan beklemek oyun bozanlıktır. Edebiyat böylece her yüzyılın eşiğinde 'ilerlemeci bir farklılaşma'yı sosyal teorinin terazisine sunar. Buradan bakıldığında, iktisatçılardan hukukçulara, din alimlerinden siyasetçilere kıyasla çarmıh edebiyatçıların sırtında her daim ağırlığını hissettirir. Yapısal dönüşümlerin hem tanığıdır, hem de içindedir edebiyat. İyiliği restore eder. Asıl tehlike çanları ise edebiyatı mahallelere bölmek yoluyla kendi siyasalarını canlı tutmak için çoraklaştıranlardan gelir.

'OKUR ZAMANLA DOĞRU SEÇİMİ YAPAR'

•Okur için kitap önerileriniz? Rafınızın olmazsa olmaz kitapları hangileridir?

Kitap önermek çok kolay. Şimdilik asıl düşünülmesi gereken, pandemi, ekolojik kriz, prekarya denen toplumsal kesimin giderek büyümesi. Bireylerin eğitim yolu ile toplumsal merdivenlerde tırmanışının önünde oluşan bariyerler. Dehşet acı olan şey, iyi bir eğitimden geçenlerin iyi bir yaşamkuracakları düşüncesinde yaşadıkları kırılmalar. Siyaset kurumunun da üzerinde durması gereken bir sorun. Öte yandan dijital devrim ve dijital sürecin zamanın her anında yoğunlaşması, yaşamlarımızı ufacık ekranlara kilitlemeyi başardı. Vaktinde sahaflara veda etmiştik şimdilerde kitap raflarına uzanan ellerin sayısı azalıyor.

Sorunuza yanıt olarak ise Dünya klasikleri her dönem okunmayı hak eden değere sahiptirler, söylemine ben de katılıyorum. Don Quijote, Sefiller, Anna Karenina, Madam Bovary, Kırmızı ve Siyah, Germinal, İlyada, Odysseia, Deniz Küstü, Binboğalar Efsanesi, Kuşlar da Gitti, Güven, Yol Ayrımı, Bir Ada Hikayesi, Bereketli Topraklar Üzerinde, Gurbet Kuşları, Gazap Üzümleri, Ölü Canlar, Memleketimden İnsan Manzaraları, Kırmızı Pazartesi, Zorba, OliverTwist liste uzar gider... Bunlar arasında özellikle Yaşar Kemal, 'değerler' açısından üzerinde durulmayı gerektiriyor. Yaşar Kemal'in kitaplarında insan, doğa, hayvan sevgisi somutlaşır.Daha fazla kitap önermek yerine, bilinçli okurun kütüphaneye ya da kitapevine gittiğinde zamanla doğru seçimler yapacağına eminim. Okur 'ahlaki' bakar. Üniversite yıllarımda Emin Özdemir ile konuşma olanağım olmuştu. Başlangıç kitabı önermesini istemiştim, Ernst Fischer'in 'Sanatın Gerekliliği'nden söz etmişti. Halen, bir çalışmaya başlamadan okuduğum bir kitaptır.

•Son olarak neler söylemek istersiniz?

Kitaba dönecek olursak, vardığımız nokta, sosyal teori ve edebiyat ilişkisini diyalektik bir şekilde kurabilmek. Yazarlar da bunun farkına varacaklardır. Kuşkusuz bunu yakından takip edenlerin olduğunu da söylemek mümkün. Şüphesiz bunun bir sosyal kontrol aracına dönüşmemesi gerekir. Her iki (edebiyat sosyologları ile yazarların) tarafın yararına olan bir etkileşim diyelim. Her hesap, bizleri özgür ve sevgi dolu bir topluma götürmek zorunda. İdeal olanı belirtmiyorum, yaşamsal olanı, yani kötüye karşı duran insani 'refleksin' edebiyattaki önemini ifade ediyorum. Aynı zamanda bu, 'Edebiyat Sosyolojisini Güncel Kılmak' kitabının arkasında yatan argümanlardan biridir. Bu sebepleedebiyat meseleleri bitmez.

Editör: Haber Merkezi