Ankara tatil dönemi yaklaştıkça boşalacak bir sürece girer: bir ay içinde koskoca başkent, boş kente dönüşür, her yaz olduğu gibi. Hele siyaset de tatile girince...

Okulların kapanması, üniversite sınavlarının bitmesiyle daha hızlı bir kaçış başlayacak Ankara'dan. Ankara Dostları'nın bir kısmı pandemi nedeniyle çoktan gittiler bile yazlıklarına. Bize de Ankara'yı beklemek düşecek gene.

Ne zaman bir dost tatile çıkacağını söylese, aklıma hep şu söz gelir: 'Kafanı da alıp götürüyor musun?' Çoğu zaman bunun olanağı yok. Alışmışız bir kere; hiçbir işimizi yoluna koymadan, rahat rahat gidemeyiz dilence yerlerine. Kısa süreli dinlenceler, yorgunluğuna değmiyor; uzun dinlencelerin masraflarına bütçeler yetmiyor. Hem üç dört ay dinlence olur mu? Alaturkalıkta bu da var...

***

Bir dostum bir buçuk aylığına tatile gideceğini söyledi: çok uzun, işten bu kadar uzak kalabilir misin? deyince: 'İnternet var, cebimle bana ulaşılabiliyor, yazılarımı buradan da yazabiliyorum' dedi. Anlayacağınız aklı gene işinde olacak...

Bir dostum telefon etti: 'Ben Didim'e gitmeden memlekete gelecek misin?' diye soruyor. Sen tatile çıkacak mısın diye sormuyor ama. Bu yıl bu olanağı bulamayabilirim. Gönlüm istiyor, deniz, kum ve güneş aslında bana çok yarayacak; ancak süreç elverirse.

Nereye gidebilirim diye düşünüyorum, tartışıyoruz evde; kumu bol, ince, denizi sıcak, sıcağı bol. Bu olanak Akdeniz sahillerinde var, ama oralarda da cırcır böcekleri canımıza okuyor. Klimasız kesinlikle nefes almanın olanağı yok. Kısmette varsa, gideriz demekle yetiniyorum soranlara.

***

10-15 gün sürüyor bizim tatillerimiz. Yine de sıkılıyorum. Bodrum'u, Çeşme'yi, Marmaris'i mekan tutup üç dört ay yazlığa gidenlere şaşıyorum bu nedenle. Ununu elemiş, eleğini duvara asmış, parasal sorunu olmayanlara da mı şaşıyorsun diye sorsalar, buna da evet derim. Öyleleri her yaz bir başka yerde geçirse dinlencesini daha ilginç olmaz mı?

Olur elbet! Ne var ki, alışılmış, kanıksanmış, dostlar edinilmiş ve dostluklar kurulmuşsa; bu etkiliyor yerleşik tatilcileri. İletişim ve ulaşım çağı, işi gücü olanlara bile böyle uzun dinlence olanağı veriyor. Gençken 40 yıl düşünsek, böylesi gelmezdi aklımıza.

Ben, tanıdığım, arkadaşım, eşim dostum olan dinlence yerlerini yeğliyorum daha çok; ama bizimkiler yabancı yerleri seçiyorlar. Onlar mı doğru düşünüyor, ben mi yanlış yapıyorum; huzuru bozmamak için fedakarlık bana düşüyor o zaman.

Dinlence yerlerinde de biteviye hayatlar; denize gir, ye iç, oyun, gündüz uykusu, ikindi çayları, akşam da eğlen ya da kafa çek... Gözlemim bu. Çevreyi dolaşma, tarihi yerleri gezme, çarşı pazarda halk arasında dolaşma ve inceleme-araştırma yapma merakı yok çoğu tatilcilerde. Oysa insan böyle yapınca oraları daha çok seviyor, daha bir gözlemliyor…

Bir de şuna şaşarım: İkindi saatleri geldiğinde çocuklar: hem oynarlar, hem de seslenirler evlere doğru: ''Anneanne, kahvaltı hazır mı?'' Bir Allah'ın kulu da çıkıp babaanne diye seslenmez. Bunu anlattığımda, bütün arkadaşlarım bu saptamamı onaylıyorlar. Bu da bize özgü bir özellik mi diye düşünmekten alamam kendimi...

***

Ya tatil dönüşleri!

O yıl ki hayaller bitmiş, gelecek yılın hayalleri başlamış mıdır? Ne gezer! Kim öle kim kala diye başlanıyor genelde söze: 'Geldik, gezdik, gidiyoruz, şen olasın' diyerek el sallarız ardımızda kalanlara…

Onca uyarılara karşın, aileleri dağıtan, yuvaları yıkan, acılara salan trafik kazası haberleri içimizi burkar; okudukça haber dinledikçe. Her yaz yahut her bayram sonu artık kanıksanmış görüntülerdir bunlar.

Az okuyan bir toplum oluşumuz da bir başka gerçekliktir: Yabancı turistlerin hemen hemen hepsi kitap okurken, bizimkilerin tek tük okuyor görünenleri şaşırtır beni. Çoğunun da göz ucuyla çevresini dikizlediğine tanık olurum. Bu hiç şaşırtmaz beni.

***

Nereye gidersem gideyim, orayla ilgili yazılmış kitaplar ararım. Yerel gazetelere giderim. Ünlü nesi var, kimi var, önemli kişileri kimler bunları araştırırım. Örnek mi; Datça'da niye Fehmi Yavuz Caddesi var; Bodrum'da Neyzen Tevfik ilgimi çeker... Urla'da Necati Cumalı, Tanju Okan, Alaçatı'da Aziz Nesin çağrışır. Sinop'ta Ural Armay'ı, Samsun'da arkadaşım rahmetli Özden Ondokuzmayıs'ı düşünürüm.

Bitez'de kadim dostum Ahmet Ersöz'lerde geçirdiğimiz birkaç gün, Marmaris'te Yavuz Ersoy, Dikili'de İ. Atilla Sakka, Foça'da, Hüseyin Yurttaş çağrışır. Kuşadası'nda Muzaffer İzgü, Mustafa Kemal Yılmaz, Sunullah Arısoy hatırıma geliverirler hemen.

Alanya'yı doğasıyla da, insanıyla da hiç sevmedik. Ölüdeniz adı kadar büyüleyici gelmedi bana… Çeşme'de Alaçatı'da büyülendik ama kalabalık yordu. Güllük, belki de ilk dinlencemiz olduğu için anılarımızı süslüyor hala... Bodrum, denizi, güneşi, kumuyla en iyi tatil yaptığımız yer oldu. Datça cennetten bir köşeydi. Kuşadası'nın doğası orayı da sevdirdi bize Bu yıl tatil koşulları dikkate alınmalı, kalabalık yerlerden uzak durulmalı pandeminin belirlenen kurallarına uyulmalı önerimizi yineleyerek, daha nice tatilleriniz olsun...