Herkes bir şeyler derken, ben de boş durmadım. Şimdi size geçmiş yıllarda, çeşitli başlıklar altında yazdığım yazılardan alıntılar sunuyorum. Çünkü ağzı olan konuşuyor'du. Ve hala konuşuyorlar.
***
Şu soru sorulmuyor artık: 'N'olcek bu memleketin hali?' Niye? Vatandaş canının derdine düştü. Dününe şükrediyor, bugünle yetiniyor, yarını düşünemiyor bile. Bugün geldiğimiz noktada toplumsal-siyasal-sosyal ve teknolojik gelişmeler her ülkede olduğu gibi bizi de dünya ile özdeş bir yaşamı zorunlu kıldı. Kısacası, söz konusu memleket olunca teferruatta kaldı her şey.
***
'Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilse' denmiştir. Burada bilgi, birikim, deneyim varsılı yaşlıların fiziksel yetersizlikleri vurgulanıyor... Galiba bizde eksik olan da şu: Yaşlıların gençlerle bir uyum içinde değil, kuşak çatışması içinde olması söz konusu; bu geçmişten geleceğe böyle sürüp gelmiş... Hele bizim zamanımızda; 'Sen sus, senin aklın ermez, büyüklerin işine karışılmaz gibi söylemlerle azarlanırdık çoğu zaman... Soru şu: Bugün gençler yaşlılara itibar ediyorlar mı?
***

Derler ki zaman sana uymazsa sen zamana uy: Örneğin bugünler bile o günler değil! İlk kez Bursa'ya gittiğimde (1954)'' Ulu Cami'de şadırvan akıp duruyordu.'' Ama o akışın şiirini yazacak bir Ahmet Hamdi Tanpınar şimdi yok… Bu zaman, en son 2007'de geldiğim zaman da değil: Çünkü yeşil Bursa bugün sanayi şehri olarak nüfus yoğunluğuyla boğuşan bir kenttir.

Bu zaman o zaman değil; en son görüşmemizde Nadir Gezer dost ve Taştan Çıralar dost ile bir aradaydık. Kitap, yazın, basım ve siyaset başlıca konumuz idi. Şimdi böyle sohbetler oluyor mu? Gülten Akın haklı; şöyle diyordu o dizede: 'İnsanların öyle incelikli şeyleri düşünmeye vakitleri yok.' Bugün var mı?

***

Yaşamak nedir? Sahi sizce nedir yaşamak? Yumruk kadar bir et parçasının tıp tıp atıp durması değildir elbet: Yaşamak kadar yaşatmak da gerekir. Paylaşmaktır bunun koşulu; sevmek, mutlu olmak, mutlu etmektir aynı zamanda. Yaşamdan tat almaktır, yaşama sevincini duyumsamaktır. Ya da gezdikçe duyumsarız, gördükçe kavrarız yaşamanın anlamını. Bir başınalık, boşu boşunalık, yalnızlık, içedönüklük, amaçsız ve gailesiz bir yaşamsa hiç çekilmez. Bunları sorgulamaktan-irdelemekten yoksunluk ve büyüklerin bazı şeylerden kendilerini saklaması nedendir acaba?

***
'Öğrenmenin yaşı yoktur' denir; okuyup yazmanında yaşı yok. Bunun birçok örneği var yaşamımda. Öğretmen, öğretmekten geri duramıyor. Köy Enstitülüler geç yaşında bile okuyor, yazıyorlar. Şairi, kimseler şiirsiz kalmasın diye şiir; düşünürleriyse Kemalizm'i doğru algılamak diyerek kitaplar yazıyor. Soralım şimdi: Bu ince duyarlıkları kitaplaştıran o kuşak tükenirken, Milli Eğitimimiz ne yapıyor dersiniz? Yeniden bu kurumlar açılabilirler mi?
***
Bir kitap okudum: Adı 'Yokuşta Yürüyen Adam'dı. Bu Öğretmen toplumunda Emmi olarak bilinen Musa Uysal'dır. Gölköy Köy Enstitüsü'nden öğretmen amcamın (Lütfü Kadem) sınıf ve sıra arkadaşıdır. Önsözün ilk bölümcesi şöyle: 'Bu kitap; Cumhuriyetin erken döneminde köyde, köyün canlandırılması projesinde Köy Enstitülü olarak bulunan, kentin kültürel kimlik kazanması için açılan Halkevleri deneyimini izleyen, örgütlü öğretmen hareketi içinde 12 Mart, 12 Eylül ara yönetiminde cezaevinde konaklayan, adı yaygın ve saygın bir öğretmenle yapılan bir uzun söyleşidir.

*

Konuğumuzun adı resmi kayıtlarda Musa Uysal ise de yakın çevresi O´na Emmi der. Emmi, dönemin ve düzenin adamı değildir. Sade yaşamı, yalın, yansız anlatımıyla içimizden biridir. Karıncayı incitmeyen biri olarak bilinirse de adli sicil kayıtlarında sabıkalıdır.'Bu çalışma özünde coğrafyamıza ve yakın tarihimize bir yolculuk olduğu kadar aynı zamanda bir armağan kitaptır. Günümüzde ise onca aydınımız ülke sorunlarını sahiplenmek yerine susmayı yeğliyor. Ben bu aymazlığı aydın ihaneti olarak nitelendiriyorum.