Yeni bir mevsime girerken, o mevsime güzelleme olan dizeleri anımsarım hep. Bir tür karşılamadır o mevsimi.

Yaz ayları gelirken, başka şiirler arasında da dolaşırım ama ille de Gülten Akın'ın dizeleri üşüşür belleğime:

'Sevdiğim yaz geldi yine / Karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne / Barbunla, lüferle, marulla, zeytinle / Uzaklarda kaldı Nisanları basan sis, bun yağmur / Karadenizde bir mavi, çocuklar sevinsin diye / Şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine'.

***

Yazın ortalarına geldik. Sıcaklar kasıp kavuruyor. Önümüzdeki günler için daha da sıcak olacak deniyor hava tahminlerinde.

Olsun, yaz sıcaklığıyla yaz değil mi?

Öyle de başka bir tatsızlık var bu yılın mevsimlerinde.

Ne 'bahar'ı bahar gibi yaşadık, ne 'yaz'ı yaz!

Yaşamımızın, evlerimizin, sokaklarımızın, kentlerimizin, köylerimizin, dünyamızın üzerinde korona gölgesi. 11 Mart sonrası evlere kapandık. Toplumsal eylemlerde, anmalarda onlarca yıldır kullanılan nice sloganın yerini 'Evde Kal Türkiye' ve 'Hayat Eve Sığar' aldı.

Yazla birlikte, Haziran ayından başlayarak 'Yeni Normal'e geçtik. 'Kontrollü Sosyal Hayat' dediler adına. AVM'ler açıldı önce. Sonra başka işyerleri, toplumsal yaşam alanları… Turizm işletmeleri, oteller, plajlar… Derken, Temmuz'la birlikte düğün salonları bile…

İnsanlar sokaklara çıkmaya başladı. Başladı da… İnsanlar kaygılı, tedirgin, kederli, gergin… Maskeyle gezen insanları görmek bile başlıbaşına ürkütücü bir görüntü…

***

Bu böyle de… Zaten hep gerçek gündemde olan yoksulluk en çok bu dönemde hissettirdi kendini… İşsizliğin tavan yaptığı ülkemizde 'şanslı insanlar' olarak göreceğimiz çalışanların bir çoğunun yoksulluk sınırının altında bir gelirle yaşadığı, nice emeklinin asgari ücretin neredeyse yarısı gelirle ayakta durmaya çalıştığı ülkemizde…

Yoksulluk bütün acımasızlığıyla gösterdi yüzünü. Gelir dağılımındaki adaletsizlik en acımasız haliyle…

Ve yaz ayı olmasına karşın yaz meyve sebzelerinin fiyatları bile el yakar durumda. Zam rekoru kırmış taze fasulya. Kirazın kilosu 15 lira, sarımsağın kilosu 40…

Peki neler tartışılıyor ekranlarda?

Demokrasiyi içselleştirmiş bir ilimizde (İzmir) cami hoparlörlerinden 'Çav Bella' okunuyor. Ertesi gün de Mahzuni'nin 'Soyup kaçıp doyanlara yuh' çektiği o güzelim türküsü… Bu tartışılıyor günlerce… Provokasyon olduğu en başından belli. Demokrasiyi içselleştirmiş bir ilimiz olmasaydı, kimbilir neler olurdu?

Yassıada duruşmalarını gündemimize sokuyorlar yeniden… Yassıada'nın adı değiştiriliyor törenle… NATO'ya girmek için yüzyıllardır savaş acılarıyla yoğrulmuş yüreklerimize bir de Kore şehitleri acısını ekleyen, ekonomide ve siyasette bağımsızlık çiçeğinin suyunu kesenin Menderes olduğu söylenmiyor elbette… Ayasofya ibadete açılsın mı, açılmasın mı? Bütün televizyon kanallarında bu tartışılıyor bir de… Ya Abdülhamit konusuna ne demeli! 33 yıl ülkeyi istibdatla yönettiği, ilk Anayasamızı hazırlayan Mithat Paşa'yı zindanda boğdurttuğu, 'Leyla ile Mecnun' kitabını bile yaktırttığı… Silinmek isteniyor…

Sonra nereden çıktıysa eşcinseller… Hani neredeyse, 'Eşcinselleri bir kampa toplayıp, sonra fırınlarda yakalım!' diyecek birileri…

Bunlar mı bizim gündemimiz?

Koronanın bulaşıcılığı artmış. Yoksulluğumuz artmış, artıyor…

Bu arada, işçilerin en önemli kazanımlarından olan kıdem tazminatı hakkı, eski bir anıya dönüştürülmek isteniyor. Yapısı değiştirilmek isteniyor baroların…

'Savunma Yürüyüşü'nden bir gün önce, korona gerekçe gösterilerek Ankara'da gösteri ve yürüyüşler yasaklanıyor… Demek, koronanın en tehlikeli olduğu yer Ankara. Ki, yalnızca oraya getiriliyor bu yasak.

***

Doğa, televizyon ekranlarına bakmıyor… Onun ayrı bir şarkısı, apayrı bir dinamizmi var…

Her mevsime ayrı şarkılar sunan, bahar ve yaz aylarında ise tam bir gönülçelen olan doğa sellerle konuşuyor, depremlerle…

Çünkü baktı ki gönlünün çelinmesini istemiyor insanlar… Daha doğrusu isteyenler var da, ötekiler daha baskın yaşamda…

Ne yapsın, başka dilden konuşuyor o da… Onların anlayacağı dilden…

Doğanın bizlere belki de en romantik armağanı olan o güzelim rengahenk kelebekler bile 'vampir kelebekler' olarak çıkıyorlar karşımıza…

Yazın ortasına geldik de, şöyle içten, yürekten mırıldanamadım, 'Sevdiğim yaz geldi yine' dizesini…