Cemal Süreya'nın iki dizelik 'Ölüm' şiirini bilir misiniz?

Der ki şair:

'Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.'

Ne çok şey anlatır bu iki dize…

Ağaçların yaşam olduğunu, toprağın yaşam olduğunu, suyun yaşam olduğunu… Doğanın yaşam olduğunu…

Çünkü ağacın gövdesi, toprak demektir aynı zamanda, su demektir, hava demektir… Tıpkı insanlar gibidir ağaçlar da… Doğadaki her şey… Topraksız, havasız, susuz yaşayamaz hiç biri!

Bundandır toprağı, suyu, temiz havayı, ağaçları savunmak, yaşamı savunmaktır.

Kirletmekse, yaşama karşı ölümün yanında olmak!

Şaşılası bir şey ama günümüzde en zor şey yaşamı savunmak!

Suyu, toprağı, ağacı savunmak…

Şaşılası çünkü savunmak durumunda kaldıklarınız da 'insan'!

***

Ölümü düşündüğümde ya da sevdiğim, birlikte bir bardak çayın buğusunda söyleşmemişsem de yüreğimi yanına koyduğum, saygı duyduğum, önemsediğim bir insanın ölüm haberini alsam bu dizeler gelir usuma…

Yalnızca ölümü düşününce ya da ölüm haberleriyle değil elbette.

ODTÜ ormanlarından Kaz Dağı'na, Murat Dağı'ndan Artvin'e, Muğla'dan Rize'ye… Ağaçlarımız katledildiğinde, sularımıza HES'ler için kelepçe vurulup derelerimiz kurutulduğunda, nefes olarak ciğerlerimize dolan hava baca koruma yatırımına para harcamak istemeyen patronlar nedeniyle kirletildiğinde…

Bu ne demek?

Şu demek:

Hep geliyor usuma…

Çünkü her günümüz bu haberlerle dolu…

***

Bir de bir fotoğraf…

Ağaç gövdesine sarılmış bir ihtiyar.

Bir dede.

Saçları, sakalları beyaz, bembeyaz…

Sarılmış bir ağacın gövdesine.

Yanakları tombul. Gürbüz. Gözlerinde ölümsüz bir ışık, bir gülümseme…

Bir ağacın gövdesine sarılmanın bahtiyarlığı var yüzünde.

Üstelik kendisi gibi ihtiyar bir ağacın…

Ağaç da bahtiyor, o da…

'Niçin böyle bir fotoğraf olmak varken… Dağlarımızı kelleştirir birileri? Hangisi güzel? İnsan niçin güzel olmak istemez? Niçin?'

Bu soruları sorduran bir fotoğraf…

***

Bazı fotoğraflar şiirdir. Usta bir şairin dizelerini okur gibi bakılır onlara… Öyle bir duygu atmosferine çekerler insanı.

Bu fotoğraf da öyledir benim için…

Geliverir gözümün önüne Cemal Süreya'nın dizeleriyle birlikte…

Ve o sorular uyanır belleğimde:

'Niçin böyle bir fotoğraf olmak varken… Dağlarımızı kelleştirir birileri? Hangisi güzel? İnsan niçin güzel olmak istemez? Niçin?'

***

Hangi fotoğraf mı?

Sanırım söylemeye gerek yok!

Daha doğrusu bu köşenin okurları için gerek yok!

Ağaçların kesilmesini, derelerin kurutulmasını, atmosferin kirletilmesini savunan o kadar çok köşe yazarı var ki…

Onların okurlarına demiyorum, onların her Arapça yazıyı Kur'an'dan sanıp öpüp başına koyanlarına diyeceği bir şey yok bu fotoğrafın…

Bu yazının da…

***

Ne diyordu Aşık Veysel, bırakın dijital ortamları, eski stüdyo koşullarının bile lüks olduğu zamanlarda yaptığı kayıtlardaki türküsünde:

'Karnın yardım kazmayınan belinen / Yüzün yırttım tırnağınan elinen / Yine beni karşıladı gülünen / Benim sadık yarim kara topraktır.'

***

Toprağa saygısını yitirenlerin ülkesinde, Türkiye'mizde, toprağa, ağaçlara, suya saygıya bir çağrıydı o fotoğraf…

Çağrıdır!

'Toprak Dede'mizdi fotoğraftaki.

Şimdi 'sadık yari' kara toprağın koynuna yolculanacak bugün.

O koyundaydı zaten.

O koyundaydı da…

O 'sadık yari'nin Türkiye'mizde ne çok örselendiğini, horlandığını, göre göre acı çekerek yaşadı.

Onun acısı dindi belki böylece…

Bizde sürecek…