Edebiyatımızın yüz akı, dünya şairi Nazım Hikmet, 1928'de Hopa'da gözaltına alınmıştı. Moskova'dan Türkiye'ye döner dönmez…

Tutuklandı ve Rize'de yargılandı.

Neden mi?

Sahte pasaportla Türkiye'ye girmekten…

Öyle yıllarca sürecek bir ceza değil, üç günlük hapis cezası aldı. Ancak hakkında açılmış başka davalar da vardı ve tutukluluk hali kaldırılmadan Ankara'ya gönderildi.

Yıllarca cezaevlerinde yattı. Sonunda sahte pasaportla girmekten yargılandığı ülkesini pasaportsuz terk etmek zorunda kaldı.

Memleket özlemini dizelere döke döke yumdu gözlerini yaşama…

'Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. / Seyir defterini başkası yazsın. / Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. / Beni o limana çıkaramazsın…' diyerek…

Şimdi en çok kim anılıyor o 'mavi liman'la?

Kim geliyor usa, 'mavi liman' deyince?

Nazım'ı yargılayanlar mı, ona pasaport soranlar mı?

Hayır…

'Sanki Türkiye'ye ve Türkçe'ye iltica eden!'

***

O büyük şair kaçak pasaportla girdiği ülkesinden pasaportsuz çıkmıştı.

Bir de çıkamayanlar var…

Cumhuriyet döneminin büyük şairinin bu serüvenine, büyük ozanlarımızdan Ruhi Su'nun pasaport öyküsünü eklemeli…

Bilinir, Ruhi Su, Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu bir operacı olmakla birlikte, saza ve türkülere adadı ömrünü. Bunda biraz da, biraz da değil öyle, baskıcı rejimin etkisi var.

'Türkü söylemek benim için bir aşk halidir' diyen ozanı Eylül 1986'da yitirmiştik.

Belki daha yaşayacaktı…

Belki yeni yeni türküler söyleyecekti…

Yeni türküler ekecekti yüreklere…

Yüreklerimize…

Belki değil, öyle…

Tedavi için yurtdışına gitmesi engellendi. Bir pasaport fazla görüldü o büyük ozana…

Çünkü yeni türküler söylemesini istemiyordu 12 Eylül faşizmi…

Tedavi için yurtdışına çıkmasına izin verilmemişti. Pasaport verilmemişti. Dostları, dönemin başbakanı Turgut Özal'a kadar ulaşmış olmalarına karşın alamamışlardı bir pasaportu.

Şimdi arada bir adı anılsa da Turgut Özal'ın, bir partinin seçim afişlerinde demokrasi kahramanı olarak Menderes'ten sonraya eklense de adı, Ruhi Su'nun çağlayan sesi duyuluyor daha çok…

O pasaportun verilmemesini isteyen Kenan Evren, zaten…

En yanındakiler bile savunamadı…

Cenazesi ortada kalacaktı neredeyse…

***

Dev bir şairin ve yine dev bir ozanın pasaport öyküsü bu.

Kısaca anlattım.

İkisi de hüzün verici elbette…

Şimdi bir başka hüzün verici öyküye geçeyim.

Köy Enstitülerini bilir misiniz?

Bilirsiniz elbette…

Köy Enstitüleri edebiyatımıza ne çok yazar kazandırmıştır…

Kazandırmıştır da…

Aralarında şiirde ısrar eden bir tek kişi vardır.

Vardır da…

Yıllarca, yalnızca o köy enstitüsü kökeni nedeniyle izlenmiş, ömrünü izlene izlene, dinlene dinlene, silahlı bir terörist gibi görülerek, öyle geçirmiştir.

Bir gün yurtdışına gidecek. Ömründe ilk kez…

Emekli bir öğretmendir…

Yeşil pasaportu vardır bu nedenle…

Vardır da…

İstanbul'da, havalimanından Dış Hatlar'a geçer. Hatta uçağa bile biner…

Derken….

Polisler gelir uçağa…

Onu alıp indirirler geri…

Sanki bedeni bomba yüklü biri yakalanmıştır. Canlı bomba…

Kim o?

Mehmet Başaran…

Şair…

***

Niye anımsadım bu pasaport öykülerini?

Anımsamasaydım keşke?

Anımsatacak olaylar yaşanmasaydı keşke?

Keşke!