Ön adı 'Antonio'yu pek anımsamasak da 'Vivaldi' diye bildiğimiz bir İtalyan kemancı ve besteci var. 18. yüzyılın müzik tarihinde mutlaka anılır adı. 'Konçertonun babası' da denir.

Babası da kemancıdır. Ondan almış olmalı keman tutkusunu…

Hesse-Darkstadt Kontu'nun yanında çalışmış olsa da, Venedik'te kız yetimler okulunun koro ve orkestrasına Avrupa'da uluslararası ün kazandırmış olsa da sonra bir unutulmuşluğun çemberinde kalakalmıştır. Ölüm kapısını çaldığında yoksul mu yoksul bir halde bulmuştur onu…

Ama sonra yeniden keşfedilmiş, müzik tarihinin unutulmazlarından olmuştur… Konçertoları, özellikle de 'Il Cimento dell'armonia e dell'invenzione' albümünün ilk dört konçertosu… 'Le Quatro Stagioni Dell'anno' yani 'Mevsimler' adını taşıyan dört konçerto…

Bu konçertolar, mevsimlere göre doğada yaşanan değişimleri ezgilerle yaşatıyor dinleyene… Karın yağışından rüzgarın uğultusuna, yağmurun yağışından kuşların ötüşüne, sarı sıcak altındaki yaşamdan kurumuş yaprakların savrulup yere düşüşüne…

Hepsini ezgilerle yaşatıyor dinleyene Vivaldi.

Ve anlıyorsunuz, o klasik 'her mevsimin ayrı güzelliği var' sözünün anlamını bir kez daha. Bundandır ki, mevsimlere bir alkış diye de dinlenebilir o ezgiler.

***

Her mevsimin ayrı güzelliği var.

Bunu yeniden sezdiriyor Vivaldi'nin ezgileri…

Ama yalnızca güzelliği değil elbette zorluğu da var her mevsimin…

Yazın bunaltmıyor mu sıcaklar? 'Ah, sonbahar neredesin?' dediğimiz az mı oluyor? Sonbaharda yağmurlar sokağa çıkamaz hale getirivermiyor mu insanı bazen?

Ya kış?

Dört mevsimin en zorlusudur kış!

Çünkü kar, her ne kadar romantik bir şarkı gibi düşse de yeryüzüne, yolları keser. Nice köyün kasabayla, kentle bağını koparır. Çığ düşer. İnsanlar çığ altında kalır. Dahası, çığ altında kalanları kurtarmaya gidenler bile çığ altında kalıp can verir… Geçen yıl yaşamadık mı?

Kent içi ulaşımda bile büyük sıkıntılara yol açar… Hele de beceriksiz yerel yönetimler varsa, iyice zorlaştırır günlük yaşamı…

Bunu en iyi Ankaralılar bilir. 1994'ten sonraki beceriksiz, daha doğrusu umursamadığı için beceriksiz yönetimler sayesinde neler çekmedi ki Ankaralılar kış aylarında?

***

Kış en zorlusudur mevsimlerin.

Bundandır, başka hiç bir mevsimin başına 'kara' sıfatı eklenmez de 'kış'ın başına eklenir. 'Kara kış' denir…

Deriz…

Baharsa yağmurların yağdığı, çiçeklerin açtığı, kuşların yeniden göğü şenlendirdiği mevsimdir.

Ve bundandır nice türkümüzde, şiirimizde baharın, yani kıştan sonra gelen mevsimin, bir umut, yeni bir dönem, yeni bir yaşama heyecanının imgesi olarak sunulması…

Ne diyordu Aşık Daimi o güzelim türküsünde?

'Ne de olsa kışın sonu bahardır / Bu da gelir, bu da geçer ağlama'.

***

Böyledir ve böyle deriz ama…

O 'kara kış', o kar yağışı, baharın bahar gibi, yazın yaz gibi, sonbaharın sonbahar gibi olmasının, yani mevsimlerin doğal döngüsünü yaşamasının sigortasıdır.

Zorluklara karşı önlem almak, keyifli yanlarının tadını çıkarmak insanın yetenekliliğine ve yeteneksizliğine kalıyor. En başta da yönetenlerin…

Dahası doğanın bu dengesinin sürmesi, mevsimlerin kendi güzelliklerince yaşanabilmesi için, şu rant için doğaya kıymalara bir son vermemiz gerekiyor elbette…

Dereleri akmaz eden, gölleri kurutan, yeşil doğa parçalarımızı, akciğerlerimizi kelleştiren projelere imza atanlar, çoluklarına çocuklarına karşı ne diyecekler?

'Oğlum, kızım, bankadaki kiralık kasada altın biriktirdim sana' mı diyecekler…

Böyle diyecekler elbette. Bütün hırsları bunun için…

De…

'Oğlum, kızım ne güzel bir doğa bırakıyorum sana, tadını çıkar' demekten daha mı güzel bu?

***

Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın karşısına oturduğum gün (8 Şubat Pazartesi) bizim gazetenin manşeti şuydu:

'Kış gelmeden bahar geldi!'

Başka bir konu seçmiştim kendime. Manşeti görünce bunu yazdım işte…