Mart ayı baharın başlangıcıdır…

Doğanın yeniden şenlenmesinin…

Bunun içiundir ki, 'Ey Bahar sen mutlaka bir Aşkın çırağısın' der Ergin Günçe, 'Ankara'da Bahar Gününü ve Bazı Duygularımızı Anlatan Kısa Şiir'de.

Dünya Şiir Günü'nün 21 Mart'ta kutlanması da bundan belki. 27 Mart'ın Dünya Tiyatrolar Günü olması da…

Sanatın, dünyamızın can damarlarından birisi olduğunu, mevsimsel dönüşümle örtüşür şekilde duyumsatmak için…

Yaşamın can damarı olan 'aşkın çırağı'dır bahar. O mevsimde kutlanır şiir günü de, tiyatro günü de…

Çünkü sanat, çünkü şiir, çünkü tiyatro oyunları, çünkü sinema filmleri, çünkü resimler… İnsanlar 'aşkın çırağı' olmayı öğrensin diye değil midir?

***

Bu yılsa bir kabus yaşıyoruz. Ayrımında değiliz baharın.

Evet doğa yine canlanıyor. Çiçek açıyor ağaçlar. Güneş daha bir ısıtır oldu.

Oldu da…

Her gün biterken Ahmet Erhan'ın dizelerini yineler olduk. O şiiri hiç okumamış olanlar bile, şöyle ya da böyle o dizeye yakın tümceler kurar oldu.

Hangi dizeyi mi?

'Bugün de ölmedim anne!'

Her günü böyle bitiriyor insanlar. Yalnızca Türkiye'de değil, dünyada…

Bütün dünyayı kabusa boğdu minicik bir virüs.

Bütün dünya insanlarını evlerine tıktı…

Evler güzeldir, evlerdeki yaşam da… Daha doğrusu evlerde güzel yaşamayı bilenler için…

De, zorunluluk olunca, hapishane gibi gelebiliyor evler…

***

İşte böyle bir kabus atmosferinde kutlamıştık Dünya Şiir Günü'nü… Evlerde şiir okuyarak… Dünya Tiyatrolar Gününü de aynı kabus atmosferinde kutladık…

Sahneler 'rengahenk' ışıklarla şen değildi. Karanlıktılar. Seyircisizdiler. Kimsesizdiler. Issızdılar.

Ama gelenekselleşen bildiri kaleme alınmıştı yine. Paylaşıldı. Paylaşıldı da, doğal olarak çok az insan gördü. Herkesin dikkati kabustaydı çünkü…

Devlet Tiyatroları'nın (DT) eski Genel Müdürü de olan oyuncu Lemi Bilgin kaleme almıştı bu yılın bildirisini.

Nasıl da güzel, umut dolu bir bildiriydi:

'Binlerce yıldır olduğu gibi siz ve biz, seyirciler ve oyuncular yeniden buluşacağız, yine bir araya geleceğiz ve birlikte yaratılan anların tanığı olacağız. Bizi birbirimizden ayıran tüm engelleri, tüm farklılıklarımızı unutup, bizi birbirimize bağlayan ortak duyguların, ortak tehlikelerin, ortak özlemlerin büyülü dünyasına katılacağız. Var olmak için birilerine aracılık edip körü körüne savunucusu olmak yerine, gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırıp bir ışık tutacağız. Farklı oldukları için birbirini yok etmek isteyenlere karşı, benzerliklerimizi ortaya çıkarıp, birbirimizi anlamanın, diyalogun, birlikte yaşamanın yollarını arayacağız.

Görmek istemeyenlerin gören gözü, söylemek için cesareti olmayanların söyleyen dili olacağız. Bizi tek bir kalıba dökmek isteyenlere karşı çok sesli, çok renkli bir dünyanın savunucusu olacağız.

Biliyoruz, savaşların, çatışmaların, baskıcı düzenlerin, yırtıcı kapitalizmin hüküm sürdüğü, doğanın katledildiği, kadınların ezilip öldürüldüğü, hukukun adaletin yok sayıldığı, sınırlarda çocukların solduğu, en büyük acıları en masumların yaşadığı bir zaman diliminden geçiyor dünya.

İşte bunun için, içinde yaşadığımız zamanı utandırmak, bu utanca ortak olmamak için, barışı öksüz bırakmamak, umutlarımızı yeşertmek için, sansüre, engellere, yasaklara, yokluklara karşı tiyatronun yeniden ve daha cesaretle var olduğunu göstermek için, kilit altına alınamayan sözcüklerle, şarkılarla, dansla, ışıkla, renkle yeniden buluşacağız. Birlikte olacağız.

Siz ve biz. Yani tiyatro.''

***

Alıntı yapacaktım. Kesmeye kıyamadım. Olduğu gibi aldım yazıma.

'…kilit altına alınamayan sözcüklerle, şarkılarla, dansla, ışıkla, renkle yeniden buluşacağız' elbette…

Koca bir sahne olan dünyamızda…