Daha 1990'lı yıllarda 'Demokrasi bizim için bir istasyondur. İstediğimiz yerde ineriz' diyen Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yolculuğuna başladığı andan, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına, oradan başbakanlık ve cumhurbaşkanlık makamına gelinceye kadar çizgisinde istikrarlı bir profil çizdi. Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylediği 2000'li yıllarda kamuoyunda yaratılmak istenen muhafazakar demokrat imajı sadece ve sadece yüksek bir pragmatizmin ifadesiydi.

Nakşibendi şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun Erbakan'a tevdi ettiği görevle şekillenen Milli Görüş geleneğinde 'aksaçlılar'a karşı başlattığı muhalefet hareketi her ne kadar 'yenilikçilik' olarak adlandırılsa da bu ifade ve ilave olarak 2000'li yıllarda tedavüle sokulan 'muhafazakar demokrat', kendilerinin tercihinden ziyade onlara atfedilen kavramlardı. Yani bir nevi demokrasinin ve cumhuriyetin temel değerleriyle kavgalı ve aslında İslamcı siyaset çizgisinde daha radikal düşünen bir gruba, yamanmak istenen bir ideolojik kimlik sözkonusu idi. Bu yamayı yapanlar bir ittifaklar koalisyonu çerçevesinde biraraya gelmişti. Kemalizmle sorunlu liberaller ve sol liberaller, tasfiyeye uğrayan merkez sağın, siyaset yapma ihtiyacını AKP'de giderme arzusundaki unsurları, 70'li yıllarda komünizme karşı seferber edilen, 1980 sonrasında iyice palazlandırılan ve her alanda güçlendirilen muhafazakar tabanın dönüştürücü siyasal gücüne eklemlendi. Ortadoğu'ya rol model olacak ılımlı İslam modeli aynı zamanda uluslar arası bir projeydi.

Varsayılan şey, Türkiye'nin daha demokratik bir iklime kavuşacağı idi. Bu düşünceye ittifaka dahil olan çevreler çok cömert bir kredi açtı. Gelin görün ki, bu bir aldanıştı ve bugün geldiğimiz noktanın pek çok işareti daha ilk yıllarda alınmıştı. Örneğin, AKP kongrelerinde hiçbir zaman Erdoğan'a rakip çıkmadı; yani iki adaylı kongreler olmadı. Milletvekili listeleri, parti üyelerinin değil Erdoğan'ın tek taraflı idaresiyle belirlendi. Gençlik ve kadın kollarında, TBMM ve parti yönetimlerinin belirlenmesi sürecinde hep onun işaret ettiği isimler seçildi. Erdoğan, yıllar sonra DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın da itiraf ettiği gibi bakanlardan imzalı boş kağıtlar aldı ki, istediği zaman işleme koyabilsin. Öyle anlar oldu ki, bazı bakanlar azlediklerini (istifa ettiklerini) başkalarından duydu.

Çünkü, tek taraflı olarak istifa, bir siyasi kültür olarak bu gelenekte bulunmuyor. Devlet başkanı veya parti genel başkanı, istediği kişiyi, istediği zaman bir göreve layık bulur ya da o makamdan uzaklaştırır. Bu, son yıllarda bizim siyasi litaratürümüze 'görevden affedilme' ve 'görevden affetme' kavramlarını da sokmuş oldu.

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, görevden affını istedi, siyasi kulislere azledileceği iddiaları düşünce İyi Partili Durmuş Yılmaz, kulis bilgisini aktardı ve 'Bu gece Resmi Gazete'nin yayınlanmasını bekleyin, çok şey olacak' dedi. Gelin görün ki, o gece bütün Türkiye'nin kilitlendiği Resmi Gazete'de deprem yaratacak bir kararname yoktu. Yılmaz, yanıldığını söyleyerek özür diledi. Ancak 14 gün sonra Lütfi Elvan'ın istifa ettiğine dair kararname yayınlandı. Aslında Durmuş Yılmaz'ın kulis bilgisi doğruydu ancak Erdoğan, sırf inadına olsun diye, sahip olduğu güçle ilgili bir zafiyet görüntüsü vermemek için 14 gün beklemeyi yeğlemişti.

Bir başka istifa olayı siyasi tarihimize geçecek cinsten. Yazın Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşanan orman yangınları nedeniyle Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ile çelişkiler yaşayan Türk Hava Kurumu Kayyım heyeti başkanı Cenap Aşçı, istifa etti. İstifası kabul edilmedi, ikinci kez dilekçe verdi, o da kabul edilmeyince fiili olarak görevi bıraktı.

Siyasi tarihimiz açısından bir garabet olan bu durum biraz şaşırtıcı bulunuyor ama değil. İktidarın şeyhülislamı olarak nitelendirilen İlahiyat profesörü Hayrettin Karaman'ın fetva niteliğindeki yazıları, yaşananların Sünni devlet geleneği ile uyuştuğunu gösteriyor. 'Yurttaş, birey yoktur, padişahın sadık kulları vardır' şeklinde izah edilebilecek olan bu anlayış, bütün yıpranmışlığına rağmen iktidarın kitle desteğinin hala niye yüzde 30'larda olduğunu da açıklıyor. Dolayısıyla istifa sorunu, Tayyip Erdoğan'ın güçlü lider, karizmatik lider yönleriyle ilişkili olsa da aslında bir demokrasi sorunu olarak karşımızda duruyor.

İslamcılıkla demokrasinin, İslamcılıkla laikliğin bir arada olamayacağı tezlerini güçlendirerek...