Kökleri Tanzimat sonrasında başlatılan modernleşme arayışlarına kadar götürülebilecek olan İslamcılık akımı İkinci Meşrutiyet döneminde filizlendi, ufkuna 'çağdaş muasır devletler seviyesine' çıkmayı koyan Cumhuriyet sonrasında da kuvvetlendi.

Cumhuriyet'i bir küfür rejimi olarak gören, şer'i kuralların gündelik hayat içerisindeki yerinin azaltılmasına ve halifeliğin ilgasına itiraz eden, Mustafa Kemal'in de putlaştırıldığını düşünen bu akım, siyasi konjonktür neyi gerektiriyorsa öyle davrandı. Önce merkez sağ partilerin içinde gizlenerek varlığını sürdüren İslamcılık; özgüvene sahip olduğu 1970'li yıllarda da bağımsızlaşarak Milli Nizam Partisi ile başlayan ve en son Adalet ve Kalkınma Partisi ile vücut bulan partileşme örneklerini gerçekleştirdi.

İslamcılar, Osmanlı İmparatorluğu'nda da Cumhuriyet döneminde de yönetim ve toplumsal sorunların kaynağında, ekonomik gelişmenin bir türlü geniş kesimlere ulaşamamasında hep batılılaşma arayışlarını buldu. Hep bir asr-ı saadet rüyası içindeki muhafazakarlara/ İslamcılara göre eğer din kuralları gerçek manada her alanda hakim kılınırsa bütün sorunlar çözüme kavuşurdu. Dolayısıyla batılı ülkelerdeki ticaret ve medeni kanunu kabul eden, kadının toplumsal hayattaki yerini güçlendirmek isteyen, iktidar erkinin kaynağını dine dayandırmayan Cumhuriyet, bu kesim için din düşmanı, batı taklitçisi, topluma yabancılaşmış 'seçkinci' 'monşer' 'elit' bir kadronun eseri görüldü. Devlet ve millet arasında doku uyuşmazlığı vardı hep.

Muhafazakar kesim, Cumhuriyet'e yönelik muhalefet çizgisinde 1950'lere kadar yeraltında kaldı. Çok partili siyasal hayata geçince de açığa çıktı. 1946 yılında başlayan siyasi rekabet ortamında, Cumhuriyet'i kuran kadronun siyasi güç merkezi olan Cumhuriyet Halk Partisi bile bu süreçte geri adımlar atmak durumunda kaldı. Öyle ki 1947 kurultayında CHP içinde laiklik tartışmaları başladı. Daha henüz CHP iktidarda iken imam hatip kursları açıldı, din dersleri eğitim-öğretim müfredatına konularak dördüncü ve beşinci sınıflarda seçmeli olarak okutulmak üzere din eğitimi başladı. 1949 yılında da Ankara Üniversitesi bünyesinde ilk ilahiyat fakültesi açıldı. Ne var ki, sosyal ve ekonomik nedenleri de bulunan kültürel hoşnutsuzluk 1950 yılında Demokrat Parti'yi iktidara getirdi.

Aslında bir toprak ağası olan Demokrat Parti'nin Genel Başkanı Adnan Menderes 'siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz' derken, Cumhuriyet karşıtı bu muhafazakar çoğunluktan oy devşirmenin pragmatik yolunu bulmuştu. Din istismarcılığı ne de olsa prim yapıyor ve siyasal güç inşasını mümkün kılıyordu. Muhafazakarlar açısından ise abası altına güvenle girebilecekleri bir siyasal parti vardı ve sistemde büyük gedikler açıncaya kadar gizlenmek, sonrasında tüm hiyerarşileri bozmak mümkündü.

Nitekim, bu karşılıklı güç toplama pratiği her iki tarafın da işine yaradı. Demokrat Parti iktidarını devam ettirmek için tarikat ve cemaatlere alan açtı, din derneklerini teşvik etti, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere tüm kamu kurumlarında bürokrasiye nüfuz etme ataklarına izin verdi, eğitimdeki dinselleşme hamlelerini hızlandırdı. Mevcut imam hatip kurslarını yetersiz görerek imam hatip okulları açtı. 1951 yılında imam hatip okullarının dört yıllık ortaokul ve üç yıllık lise bölümü olmak üzere yedi yıllık bir dönemi kapsaması kararlaştırıldı. 1959 yılına gelindiğinde imam hatip okullarının sayısı 26'ya çıkmıştı. Uluslar arası konjonktür de bu dinselleşmeye ihtiyaç duyuyordu; çünkü komünizme karşı bir bariyer oluşturmak gerekiyordu.

Ne var ki, iktidara gelirken daha fazla özgürlük vaat eden DP'nin, baskıcı uygulamalarının toplumdaki huzursuzluğu artırdığı da gözlemleniyordu.

(Devam edecek)