Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi iş birliği ile gerçekleştirilen İnsan Hakları Algısı Araştırması sonuçları açıklandı. Türkiye genelinde 28 ilde 2 bin 651 kişi ile yüz yüze görüşülerek hazırlanan araştırmanın sonuçlarına göre, toplumun yüzde 82,1'i temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğini düşünüyor. Araştırmaya göre, her beş kişiden dördü Türkiye'de yaşayan herkesin kanunlar karşısında eşit olduğunu düşünüyor. Ancak katılımcıların yarısından fazlası (yüzde 54,4) kişilerin haklarını eşit olarak kullanamadığının belirtiyor. Hakların eşit olarak kullanıldığını düşünenlerin oranı ise yüzde 37,3 olarak araştırmaya yansıyor. Türkiye'de temel insan haklarının yasalar tarafından güvence altına alındığını söyleyenlerin oranı yüzde 53,3. Yüzde 37,9'luk kesim ise yasaların temel hak ve özgürlükleri güvence altına almadığını ifade ediyor. Kamuoyu ile paylaşılan rapora göre, Türkiye'de temel insan haklarının yasalar tarafından güvence altına alındığını söyleyenlerin oranı yüzde 53,3. Yüzde 37,9'luk kesim ise yasaların temel hak ve özgürlükleri güvence altına almadığını ifade ediyor. Katılımcılar, insan hakları alanında yaşanan sorunların ilk nedeni olarak 'yasaların yetersiz olması'nı (yüzde 37,5) gösterdi. Yurttaşların duyarsızlığı ve adalet/yargı sorunsalı da insan hakları ihlallerinin diğer kaynakları olarak sıralanıyor. Katılımcıların yüzde 76'sı 'İnsanların doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz, devredilmez haklara sahip olduğuna' inandığını söyledi. Aksi yönde görüş bildiren katılımcıların oranı ise yüzde 16,9 olarak belirlendi. Katılımcılar, insan haklarının evrensel olup olmadığı yönündeki soruya ise yüzde 82,1 oranında 'evet' derken, yüzde 11,4 oranında 'hayır' yanıtı verdi.

'İNSANLAR DÜŞÜNCELERİNİ ÖZGÜRCE İFADE EDEMİYOR'

Kişilerin yüzde 43,8'i diğer insanların arasında, yüzde 43,4'ü ise sosyal medyada düşüncelerini rahatça ifade edemediğini dile getirdi. Ancak diğer insanların arasındayken düşüncelerini rahatça ifade edebildiğini söyleyenlerin oranı, sosyal medyada düşünce açıklamak söz konusu olduğunda yüzde 46,6'dan yüzde 38,4'e geriledi. Söz konusu soru 'Sizce Türkiye'de insanlar düşüncelerini özgürce ifade edebiliyorlar mı?' şeklinde genellendiğinde ise 'hayır' yanıtı verenlerin oranı yüzde 52,4'e yükseldi. 'İnsanların düşüncelerini özgürce ifade edebildiğini' söyleyen kişilerin oranı ise yüzde 37,7'ye geriledi.

'UZUN SÜRE SONUÇLANMAYAN DAVALAR HAK İHLALİDİR'

Araştırmada uzun süren yargılama süreçlerine ilişkin soruya verilen yanılar çarpıcı. Araştırmaya göre yüzde 82,6' bir kesim de uzun süre sonuçlanmayan davaların insan hakkı ihlali olduğunu düşünüyor. Anayasada güvence altına alınmış olan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin de verilerin yer aldığı araştırmaya göre katılımcıların yüzde 75,3'ü istedikleri konuda barışçıl protesto düzenleyebileceğini söylerken, yüzde 17,7'lik kesim aksi görüş belirtti. Katılımcıların yüzde 71,8'i 'Kendisinden farklı düşünen insanların yaptığı barışçıl protestolarda polisin şiddet uygulamasına ve biber gazı kullanmasına karşı çıkacağını' ifade etti. Her dört katılımcıdan üçü 'polisin vatandaşa vurma hakkı vardır' ifadesine katılmadığını söylerken, söz konusu ifade 'polisin gözaltına aldığı suçlulara şiddet uygulama hakkı vardır' diye değiştirildiğinde de kişilerin cevapları değişmedi. Anket sonuçlarına göre, polisin şiddet uygulama hakkı olmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 75.

'ÖNCE POLİSE GİDİYORLAR'

Hakları ihlal edilen kişilerin ilk olarak polise başvurduğu da araştırmada yer alan başlıklardan biri. Buna göre araştırmaya katılanların yüzde 37,6'sı 'haklarım ihlal edilince polise başvururum' derken, yüzde 28,9'u adres olarak mahkemeyi gösterdi. Araştırmanın genelinde insan haklarına önem verdiğini söyleyen katılımcılar, söz konusu başkalarının hakları olduğunda harekete geçmiyor. Verilere göre, katılımcıların yüzde 71,9'u 'Başkasının hakkını savunmak için herhangi bir kampanya, protesto veya faaliyete katıldınız mı' sorusuna 'hayır' yanıtı veriyor. Bir faaliyet veya protestoya katıldığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 18,3'te kaldı. Yine katılımcıların 77,8'i son bir yılda sivil toplumun bir kampanya ve faaliyetine katılmadığını söylüyor. Türkiye'de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda geleceğe iyimser baktığını söyleyenler yüzde 45,2; kötümser bakanlar ise yüzde 41,7 olarak belirlendi.

'CEZASIZLIK NEREDEYSE KURAL HALİNE GELDİ'

İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptıkları yazılı açıklamayla, resmen kaldırılsa da Türkiye'nin halen 'olağanüstü hal' rejimiyle yönetildiğini ileri sürdü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilişinin 71'inci yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamadığına dikkat çeken hak örgütleri, 'Şili'den Lübnan'a, İran'dan Hong Kong'a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor' dedi. Açıklamada şöyle denildi: 'Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye'de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor. İnsan eliyle gerçekleştiği için önlenebilir olan Türkiye ve dünyadaki bu kötücül sürecin son bulması ve barışçıl, demokratik, insan haklarına dayalı bir ortak yaşam idealini geliştirmek için çok daha fazla çaba göstereceğimiz aşikardır.'

'OHAL SÜREKLİ HALE GETİRİLDİ!'

İHD ve TİHV'nın açıklamasında, şu iddialar yer aldı:

• Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinde itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetiliyor.

• Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terk edilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer 'aracı' haline getirilerek keyfiyetin ve belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açtı.

• Kurumlarımız tarafından bu yıl 16'ncısı yapılan Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı'nda da ifade edildiği gibi, 'Yeni rejimin bir yönetim tekniği olarak belirsizlik yaratma gücü, günlük hayattan yüksek siyasete kadar her alanda hukuki, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel bir çöküşe yol açıyor. Çünkü belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki 'güvensiz' bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.

Editör: Haber Merkezi