Sosyalizm, Türkçesi 'toplumculuk', çok geniş kapsamlı bir kavram...

Toplumsal dengelerin emekçiler yararına düzenlenmesini savunan her ideoloji, siyasal ve ekonomik görüş bu kapsam içine girebiliyor...

Dolayısıyla Roma'ya kafa tutan Spartaküs'ten bizim Anadolu'nun 'Bedreddin'ine ve Paris Komününü oluşturan Fransız işçilerinden Rus Devrimini gerçekleştiren Bolşeviklere kadar uzanan geniş bir 'skala' içinde yer alan tüm toplumsal hareketleri bu çerçeveye dahil etmek mümkün.

***

Hal böyle olunca kendilerini nasıl adlandırırsa adlandırsınlar 'sosyalist' akımların tarih boyunca farklı kisveler altında da olsa hep var olduklarını görüyoruz...

Ancak kapitalizm ve ideolojiler çağında sosyalist akımlar daha belirgin kategoriler halinde gruplanıyorlar...

Bu kategorilerden en eskisi 'ütopik sosyalistler'dir.

***

Aslında bütün ütopyalarda bir şekilde sosyalizm düşüncesi alttan alta da olsa ifadesini bulur... Ancak günümüzde 'ütopik sosyalizm' deyince, Marksizm-öncesi sosyalist eğilimler anlaşılır...

Engels'e göre, henüz kapitalizmin yeterince gelişmediği koşullarda Babeuf, Saint Simon ve Fourrier gibi bazı 'eski' sosyalistler, sömürüyü ortadan kaldırmanın gizli duran çözümünü 'insan beyninden çıkarmaya' çalışmışlardır.

Marx ve Engels ise kendi sosyalizmlerini kapitalist toplumun analizinden hareketle bilimsel bir temele oturttuklarını düşünmüşler ve bu sosyalizmi 'bilimsel sosyalizm' olarak tanımlamışlardır.

***

Marx ve Engels'in 'bilimsel sosyalizmi' hayata geçirmek için kurdukları Birinci Enternasyonal'de karşılarına başka bir sosyalizm anlayışı daha çıkmıştır: Anarşizm.

Anarşizm de o dönemde işçilere dayanan bir harekettir ve amaç itibariyle 'sınıfsız bir toplum'u hedeflemesi açısından 'bilimsel sosyalizm'den farkı yoktur...

Marksizm'in anarşizmden ayrıldığı nokta şudur: Anarşistler bir devrimle doğrudan doğruya tüm işçiler ve emekçilerin mesleki örgütlerine dayanarak kendi yönetimlerini kurmaları gerektiğini savunurlar; Marksistler ise kapitalist toplumdan sınıfsız topluma doğrudan geçilemeyeceğini, arada 'proletarya döktatörlüğü' adı verilen bir 'ara aşama'dan geçilmesi gerektiğini öne sürerler.

***

Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde işçi örgütlerinde, özellikle o dönemin en güçlü işçi partisi olan Alman sosyal demokrat partisinde Marksizm ağırlık kazanmış ve anarşizm giderek siyasal sahneden çekilmek zorunda kalmıştır...

Ancak Almanya'da sosyal demokrasinin siyasal alanda başarı kazanması ve giderek Almanya'nın en büyük partisi haline gelmesiyle birlikte bu kez Marksizm saflarında bir ayrışma yaşanmıştır...

Bu akımlardan ağır basanı, Bernstein'ın başı çektiği ve daha sonra Alman sosyal demokrat partisinin Kautsky, Bebel gibi ağır toplarının da katıldığı 'reformcu sosyalizm'dir... Diğeri ise Almanya'da Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un, Rusya'da ise Lenin'in başını çektiği 'devrimci sosyalist' akımlardır; ki bu akımlar Rus devriminden sonra kendilerini diğerlerinden ayırmak için 'komünist' adını kullanmışlardır.

***

Yirminci yüzyıl emekçi hareketine bu iki akım damgasını vurmuştur...

Sosyal Demokratlar, özellikle Avrupa ülkelerinde giderek kapitalist çerçeve içinde reformcu/parlamentarist bir hareket olarak yerlerini sağlamlaştırmışlar ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında belli başlı Avrupa devletlerinde 'refah devleti'nin yaratılmasında önemli bir rol oynamışlardır...

Komünist akımlar ise başta Rusya ve Çin olmak üzere daha çok 'azgelişmiş' olarak adlandırılan emperyalist boyunduruk altındaki ülkelerde iktidarı ellerine geçirmişler ve kendi ülkelerinde 'proletarya diktatörlüğü' olarak tanımlanan yönetimler kurmuşlardır. Bu devletler, aynı zamanda ulusal kurtuluş savaşlarının dünya ölçeğinde sağladığı başarılara da önemli katkılarda bulunmuşlardır.

***

1990'lara gelindiğinde ise bilindiği gibi Sovyetler Birliği çökmüş ve kendisine bağlı 'sosyalist kamp' dağılmıştır... Bu olayın ardından komünist akımlar ya yok olmuşlar ya da 'sınıfsız toplum' hayallerinden vazgeçmişlerdir...

Sosyal Demokratlar ise Avrupa ülkelerinde ABD öncülüğündeki küresel emperyalist sistemle tamamen bütünleşerek yozlaşmış ve 'sosyalizm'le tüm bağlarını koparmışlardır...

Ancak yirmibirinci yüzyılda da toplumlardaki eşitsizlikler, haksızlıklar ve sömürü olgusu bitmemiştir... Bunun sonucunda sosyalist düşünce akımları da farklı biçimlerde de olsa yeniden canlanmaktadır.

(Devam edecek)