Gazeteci/yazar Soner Yalçın'ın, tıp ve ilaç sanayii arasındaki 'karmaşık' ilişkileri ele alan 'Kara Kutu' adlı kitabı geniş bir ilgi yarattı...

Soner ile 1990'lı yıllardan başlayarak, önce 'Yüzyıl' daha sonra '2000'e Doğru' dergisinde, ardından Aziz Nesin'in başyazarlığını yaptığı dönemdeki günlük Aydınlık gazetesinde birlikte çalıştık; daha sonra, Genel Yayın Yönetmeni ve Genel Yayın Koordinatörü olarak Siyah Beyaz gazetesini uzunca bir dönem yönettik...

Bütün bu dönem boyunca kendisini yakından tanıma imkanı buldum...

O nedenle, görüşlerimiz her zaman çakışmasa da, iyi bir gazeteci olmaktan öte gazeteciliği adeta 'kutsal' bir iş gibi gördüğünü, araştırmacı bir kişiliğe sahip olduğunu ve vardığı sonuçları çarpıtmadan cesaretle kamuoyunun önüne koyduğunu biliyorum...

Bugünkü yazımda, tıp ve ilaç sanayii arasındaki ilişkilerden bahsetmeye karar verdiğimde bu bilgileri peşinen belirtme gereğini duydum; çünkü ifade edeceğim görüşlerin Soner Yalçın'ın henüz okumadığım kitabının bir övgüsü ya da eleştirisi olarak ele alınmasını istemiyorum.

***

Bu arada uzmanlık gerektiren bazı konularda gazetecilerin araştırmalar yapmasına karşı çıkanlardan gelen eleştiriler konusunda da bir kaç şey söylemek istiyorum...

Bir çok meslek gibi gazetecilik de günümüzde kendi içinde bir uzmanlaşma süreci yaşıyor...

Bu süreçte bazı gazeteciler, belirli alanları seçerek o alanla ilgili konuları araştırmalar yapıyor ve bu arada kendi görüşlerini de ifade ediyor... Bu, haberciliğin doğasında olan bir şey... Örneğin geçtiğimiz yıllarda Amerikalı ünlü belgeselci Michael Moore, sağlık konusunda bir uzman olmadığı halde ülkesindeki sağlık sisteminin nasıl kar amaçlı yozlaşmış bir sisteme dönüştüğünü irdeleyen 'Sicko' (Hasta) adlı bir belgesel yaptı ve yanlış gördüğü uygulamaları polemikçi bir üslupla en sert biçimde eleştirdi... Bazı tıp uzmanlarının hışmına uğrayan ve yasaklanması istenen bu belgesel, 2007 Cannes Film Festivali'nde açılış filmi olarak gösterildi ve tüm dünyada büyük yankı uyandırdı.

***

Eğer bazı konular, uzmanların özel alanları olarak görülür ve bu konularda 'titr'i olmayanların inceleme/araştırma/eleştiri yapmaları engelenirse, bir süre sonra bu alanlarda akademik unvanlı 'yanılmaz papalar' türer ... Tıp gibi insan sağlığını ilgilendiren alanlarda ve ilaç sanayii gibi muazzam gelirler sağlayan sektörlerde bu durum vahim sonuçlar doğurur... Akademisyenlerin mesleki deformasyona uğraması ve kar amaçlı uygulamaların bilimsel gelişmenin önüne geçmesi gibi olgular ortaya çıkabilir...

Bu tür olayların sıkça yaşandığı ve bırakın gazetecileri, o bilim dalında yeni fikirler geliştiren genç bilim insanlarının bile bu tür sıkıntılarla karşılaştığı bilinmektedir... Zamanında, genç Einstein'ın, görelilik kuramına ilişkin fikirlerini geliştirirken kendi üniversitesinin fizik bölümünde karşılaştığı engellemeler bunun tipik bir örneğidir.

***

Gazeteciliğimin ilk yıllarında ben de tıp ve ilaç sanayii konularıyla ilgili haberler yaptım...

Konuya duyduğum ilgiyi 'tetikleyen' şey, bu alanda tanık olduğum bazı vahim gelişmelerdi... Örneğin, 1990 yılında 'Yüzyıl' dergisinde 'Bir Aspirin, Lütfen Patentsiz Olsun!' başlığıyla yayınlanan haberde, ilaç gibi hayati ve stratejik bir sektörün 'patent' olayı kullanılarak çokuluslu şirketlerin denetimine terk edilmesinin yaratacağı sakıncalara değindim...

Daha sonra Siyah Beyaz gazetesinin ilk sayılarında o dönem çok tartışılan tıp ve ilaç sanayii arasındaki ilişkileri ele alan 'İlaç Dosyası' adıyla bir dizi yazı yayınladım...

O araştırma dizisini yapmamın nedeni ise erken sayılabilecek bir yaşta kaybettiğimiz Prof. Dr. Gürhan Fişek'in Ankara Varlık mahallesindeki evinin şirin bahçesinde düzenlediği seminer havasında geçen sohbet toplantılarına katılan tıp dünyasının saygın isimlerinin dile getirdiği bazı acı gerçeklerdi.

(Devam edecek)