Türk edebiyatında şiirin asırlarca geleneği olan bir tür olduğunu biliyoruz. Edebi zevki kılcal damarlarına kadar hissettiren ve olgun yapısı ile örnek alınan şiirin günümüzde popüler kültürle savaşı ya da barışı hala tartışılıyor. Kimi edebiyat üstatları şiirin vazgeçilmez prensiplerinden ödün verilmemesi gerektiğini savunurken kimileri de şiirin tamamen günümüz kültürüne doğrudan sentezlenmesi gerektiğini vurguluyor. “Ramak Kaldı”, “Bu Vebal Bizim”, “Nitelikli Meteliksiz” isimli eserleriyle edebiyat dünyasına adını dahil eden Şair-Yazar Radyo ve TV Programcısı Samim İğde ile Başkent olarak konuştuk. İğde, şiirin edebiyat türleri arasında yetim bir çocuk olduğunu belirtirken aynı zamanda herkes için tek sığınak, tek barınak, tek çözüm olduğunu savunuyor. İğde, şiiri şöyle tanımlıyor: “Şiir kendisine yapılanı yapmayan ve bu manada ihtiyaç duyan herkese kucak açan anne kucağı, baba yüreği… İyi ki şiir var.”

·       “Ramak Kaldı”, “Bu Vebal Bizim”, “Nitelikli Meteliksiz” kitaplarınızın çıkış noktasını anlatır

mısınız?

Mahlasım olan “Ramak Kaldı” isimli ilk kitabımın ortaya çıkmasına sebep olan aslına bakarsanız tıpkı mahlasımı bana emanet eden anne gibi yine bir anne yüreğidir. Sosyal medya üzerinden yazdığım hemen her şeyi itina ile çıktı alarak üst üste sıralayarak bir matbaa da özenle ciltletip, üzerine de mahlasımı yazdırarak tarafıma kargo ile gönderen bu eşsiz anne yüreği; halen Muğla ilinin cennet köşesi Köyceğiz beldesinde nefes alan emekli öğretmen Müşerref Er hanımdır. Huzurlarınızda kendisine yineleyerek çocukça teşekkür ediyorum. Yazım hayatımın ikinci çocuğu olan “Bu Vebal Bizim” isimli kitabım ise tamamen planlı programlı şekilde ortaya çıktı. Kısa sürede iki baskı yaparak ayrı bir mutluluk sebebi oldu ki bu mutluluğu bugün olmuş halen izah edemem. İlk iki baskı Kityay yayıncılık bünyesinde YDY yayınevi logosu ile okuyucu ile buluşmuş ve yazma eylemine devam ederken, bu defa ALMİRA yayınevi tarafından üçüncü baskı teklifi ile karşılaştım. Üçüncü baskı mutluluğumu yaşamaya fırsat bulamadan bu defa dördüncü baskı için attığım o imza nasıl maviydi belki bir gün bu hissi de yazabilirim kim bilir… Üçüncü çocuğum olan “Nitelikli Meteliksiz” isimli eserimin tüm çalışmaları tamamlamış ve şartların olgunlaşmasını beklerken, bu defa yurt dışında nefes alan bir dost seslendi ansızın o sesin kurduğu o cümle halen kulaklarımda. Şöyle seslenmişti o anne yüreği gurbetten sılaya; “Nitelikli Meteliksiz için sponsoruz ben olmak istiyorum kabul ederseniz” cümlesini ve o cümleyi kurarak bilcümleye yeniden ulaşmamı sağlayan o eşsiz yüreğin ismini söylemek isterim ancak sözüm var kendilerine, “ismim geçmesin” demişti. Geçmesin bu yüzden! Ancak bitimsiz teşekkürler ederek masmavi selamlarımı gönderiyorum kendilerine.

·       Bu eserlere gelen ilginin boyutu nedir?

Çok memnunum elbette. Ancak ülkemiz gerçekleri hepimizin malumu, okuma alışkanlık olarak ifade ediliyor. Ve bu yaşam biçimi olarak ifade edilmesi gerekirken alışkanlık olarak ifade edilen okumak hazzına alışmak istemeyenlerin sayısı hep rekor kırdı, kırıyor ve kıracak gibi de görünüyor. Bu anlamda kıymet veren tanıdığım tanımadığım herkes iyi ki var ve dilerim sayıları sayılamayacak kadar artarak çoğalsın ülkemizde. Kısacası memnunum.

·       Sözcüklerle yakın ilişkinizi ne zaman keşfettiniz?

Keşfetmek değil bu bence, bu olsa olsa ağacın yaprakları ve meyvelerinden evvel, onların olması için var olan o ağacı hayat ve o hayat ağacının kökünü düşünmek olarak ifade ederim. Subjektif değil objektif bakış açısı. Bu sebeple belki de, henüz on bir idi yaşım ilk şiirimi yazdığımda.  Yarım asır oldu hala yazıyorum, yazarak da göç etmek nasip olur umarım.

“YETMEK İÇİN YETENEK YAZMAK OKUMAK GEREK”

·       O ağacın kökünü düşünmek, doğuştan gelen bir yetenek midir? Sonradan böyle bir yeti kazanılabilir mi?

Yetmek için yetenek gerekebilir ancak yazmak için yetenek değil okumak gerek. Okumak derken aslında her insan, her canlı okuyor ister istemez... İki büyük kitap bu bahsettiğim; kainat ve dünya isimli kitaplar… Okuduğunu anlamak ise bilhassa hassas olanlara yazdırıyor.

·       Üretimlerinde size rehberlik eden veya ilham veren kişi ya da topluluklar var mı?

Olmaz olur mu elbette var ve onlar iyi ki varlar. Ebediyete göç eden Rahmetli kalemler olduğu gibi günümüzde yaşayan ve ömürlü olsunlar diyerek dua ettiğim kalemler de var. Ebediyete intikal edenlerin isimleri tarihe zaten not düşüldü ve düşünen her nefesin referans olarak isimlerini zikrettiği değerlerimiz onlar. Bu sebeple hiçbirini diğerinden ayırmadan, her birini rahmetle yad ederek içimden şimdi de zikrediyorum, yarın da edeceğim. Yaşayan ve ömürlü olsunlar dediklerime birkaç örnek vereyim ki hak ediyorlar; Şiirbaz mahlası ile yazan Zeki Kaymakçı, Yunus Kara, Filiz Eda Tosun, Sibel Orcan, Banu Sancak, Gelmeyen Vuslat mahlası ile yazan Zehra Yılmaz, Deruni mahlası ile yazan Fatma Şimşek, büyük ressam sanatçı ve şair Nuri Can ve daha niceleri... Bu fakire olduğu gibi beslenme çantası olmalı yazım hayatı içinde herkese, olmalı!

·       Edebiyat türleri arasında şiirin yeri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Şiir edebiyat türleri arasında yetim bir çocuk maalesef… Ancak ona yetim muamelesi yapan herkes için aynı zamanda tek sığınak, tek barınak, tek çözüm her zaman… Çünkü şiir kendisine yapılanı yapmayan ve bu manada ihtiyaç duyan herkese kucak açan anne kucağı, baba yüreği… İyi ki şiir var.

YARIŞMAK İÇİN DEĞİL BARIŞMAK İÇİN

·       Nasıl bir yazma pratiğiniz var? Masanızda oturup baştan sona bir şiiri kağıda mı dökersiniz? Yanınızda taşıdığınız not defterine aklınıza gelen mısraları yazıp bunları sonradan mı

toparlarsınız?

Yazma pratiği nasıl olur bilmiyorum ancak gözlemleme hususunda oldukça detaycıyım. Gördüklerimi yaşadıklarım ile harman ederken, duyduklarımı da söylediklerimle dans ederken bulurum. Başlayan biter muhakkak ve her yazılan bir bitiş ile pay edilerek vücut bulur bir yerlerde... Yarışmak için değil hayatla barışmak için denk gelsin yazan ve okuyan…

“ARDIMIZDAN SON OKUNACAK OLAN DA ŞİİR”

·       Şiirlerinizde geleneksel mani anlatımının ritmik özelliklerini buluyoruz. Bu anlatımı özellikle mi

seçiyorsunuz? Bu bağlamda şiirin korunması gereken özellikleri olduğunu savunuyor musunuz?

İlk ıngasından son nefesine kadar halk edebiyatından beslenerek nefes aldı, alıyor ve alacak bu coğrafyada herkes… Kulağımıza ilk okunan nasıl eşsiz bir şiir ise, ardımızdan son okunacak olan da şiir. Bu bakış açısıyla, şiir ağacın kökü diğer her şey detay, teferruat, ayrıntı… Her şiir kendi koruma kalkanını yazan kalem tarafından kuşanmış olarak çıkar karşımıza. Öğretendir, işaret edendir, nasihat verendir, ibretlik bir ikazı tebessüm ile kundaklayandır şiir… Kısacası; istemez verir, kuşatılmaz kuşatır, korkutulmaz korkutur şiir… Bu minvalde; “ne mutlu yaşadığı gibi yazanlar arasında olmak” dedirtsin yüce Allah bu fakire de…

·       Şiirin; popüler kültürün kullan-at anlayışından kurtulup, kalıcı olabilmesinin kıstasları neler?

Yazanın kendini izole ettiği şiirler bu noktada çok mühim. Yani sevgisini, tutkusunu, acısını, keşkesini... Her ne yazıyorsa o yazdığını okuyana lisan olacak şekilde işleyen kalemlerin ucundan kağıda alınmış eserler takvim yapraklarını reddeder. Bu eserler hangi tarihi referans alırsak alalım, o tarih içinde yer bulur, buluyor. Temennim o ki konu başlığı her ne olursa olsun yazdım dediğim her şey bu minvalde düne de bugüne de “ben de varım” dedirtebilsin.

·       Duyguların yazı ile okuyucuya aktarılmasının size göre temel prensipleri neler? Okuyucu, hangi

durumlarda “yazan” ile bağ kurar?

Herkesin bir hikayesi vardır ve olmalıdır da... Hikayesi olanın yazdığı da, söylediği de ziyadesi ile karşılık bulur. Dolayısı ile her yazı bir iskelete sahip olmalı. Okur, yazanın bakışını okurken görür. Kimi zaman görüp kaydetmediğini hatırlatır, kimi zaman görmediğine götürür, kimi zaman da görme der görene. Bunun olması için bağ denilen için müthiş bir ağ kurar, kurmalı diye düşünüyorum. Umarım ben de bunu başarabilenler arasında olurum.

“GENÇLERE ULAŞMANIN YOLLARI ARANMALI”

·       Gençlerin okuma, düşünme ve ifade edebilme yeteneğinin azaldığına şahit oluyoruz. Bu sorunsalın onarılması için ne yapılmalı?

Gençler hem çok şanslı hem de bir o kadar şanssız maalesef… Bu garip paradoks sayesinde düşünen genç sayısı nasıl arttırılır diye düşünmek ve her alanda bu noktadan hareketle istişare etmenin elzem olduğu gerçeği ile şairler, yazarlar ve sanatçılar çok sık bir araya getirilmeli idare edenlerle… Örneğin seçilmiş olanın onu seçenlere bir daha seçilmek için reklam kokulu çok yüksek bedeller ödeyerek basılan broşürler, kitaplar vs... bastırılarak dağıtmak yerine, binbir emekle ortaya koyulan bir eser, o eser sahibinin yaşadığı ilçede belediyeler eliyle toplu taşıma araçlarında okuyucu ile buluşturulmalı derim çok zaman... Yani “har vurup harman savurmak yerine, kıymet verip değer katmak her alanda o kadar kolay ki” dedirterek delirtmek elzem. Gençler kolay erişimi benimsedi günümüzde. O halde onlara ulaşmanın yolu, yolları aranmalı. İstenirse olur sözü yerine, istedik oldu günleri nasip olur umarım.

·       Son olarak ne eklemek istersiniz?

Başta ifade etmem gereken ancak kasten sona bıraktığım teşekkür sözlerimi emanet edeyim öncelikle müsaade ederseniz… Edebiyata vermiş olduğu bu eşsiz değer için öncelikle gazetenize, bu gazetenin ortaya çıkması için emek veren ismini bildiğim bilmediğim her nefesten, basımı için ter döküp, dağıtımı için cenk eden yüreklere kadar herkese ama herkese minnettarım. Var olun. Her zaman olduğu gibi aynı temenni cümlem ile her birinizi şiirin masmavi rengiyle selamlıyor, aşkın sahibine emanet ediyorum.

Kaynak: Tolga ALCA