Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü Öğretim Görevlisi Barış Konor, Ulucanlar Cezaevi’ni ilginç bir yöntemle fotoğrafladı. Sadece mum ışığıyla çektiği fotoğrafları Işığında Yananlar başlıklı sergisi ile Güneş Sanat Galeresi’nde sergiledi ve Ankaralıların beğenisini kazandı. Sergiye ilişkin Başkent’in sorularını yanıtlayan Konor, serginin dikkat çekici yanlarına değinerek, “Türkiye'de hiçbir cezaevi müzesi gece karanlığında sadece mum ışıklarının verdiği ışıkla çekilmemişti. Aslına bakarsanız bu fotoğraf tekniği açısından da bir meydan okumaydı” dedi.  

Serginin mum ışığında geçmişe bir yolculuk olduğuna değinen Konor, “Türkiye’nin yakın geçmişine yolculuk... Fikirlerin, dört duvar arasına hapsedilme hikâyesi. Bu ülkeyi aydınlatan beyinlerin, aynı koğuşta yollarının kesişmesi. Siyasetçiler, gazeteciler, bilim insanları, sanatçılar ve daha niceleri… Yanıp giden hayatlar, mum gibi eriyen zaman, yok olan mutlulukların adresidir Ulucanlar. Bir onur mücadelesi soğuk duvarlara karşı. Nazım Hikmet, Deniz Gezmiş, Muhsin Yazıcıoğlu, Bülent Ecevit, Behice Boran, Fakir Baykurt, Yılmaz Güney, Cüneyt Arcayürek, Metin Toker ve niceleri... Bir mum oldular gecenin karanlığında. Birer ateşböceği soğuk koğuşlarda… Yine de ışık oldular birbirlerine. Gecenin karanlığını aydınlatan her mum, her ateş, bu duvarlara sinen tüm aydınların, siyasetçilerin gazetecilerin, bilim sanat insanlarının feneri, nefesi, kokusu adeta. Eskiden buradaydılar. Bazısı tahliye oldu, bazısı ise darağacını gördü. Ama hepsi arkasında kendi aydınlığını, kendi ateşini bıraktı.

‘Işığında Yananlar’ Fotoğraf Sergisi ile kim ya da hangi görüşten olursa olsun o insanlara, bir saygı duruşu, son görev olarak tasarlandı” diye konuştu.

Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

1974 yılında Ankara'da doğdum. Ortaokul ve lise eğitimimi Ankara Özel Tevfik Fikret lisesinde gerçekleştirdim. Daha sonrasında Hacettepe Üniversitesi Turizm ve Anadolu Üniversitesi İşletme fakültelerini bitirdim Bu süreçte 1991'de Konor Reklam Prodüksiyonu babam Sonat Konor’la kurduk. 1991-2006 yılları arasında Konor Reklam Prodüksiyon da görüntü yönetmeni, yönetmen ve ajans sahibi olarak görev aldım 2007-2009 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi iletişim Fakültesi’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak dersler vermeye başladım. 2009 yılından sonra da Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde öğretim görevlisi olarak işe başladım. Halen  Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde çalışmaya devam ediyorum.

Işığında Yananlar sergisi geçtiğimiz haftalarda sergilendi. Yoğun bir ilgi gören sergiye nasıl karar verdiniz anlatır mısınız?

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde görev yapıyorum. Aynı zamanda da üniversitemin  Engelli Bireyler İçin Görsel Sanatlar Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezinin (HEGSEM) Müdür Yardımcısıyım. Altındağ Belediyesi ile ortaklaşa yürüttüğümüz projelerimiz var. Yine öyle bir projenin tasarımını yapmak için gittiğimiz bir gün Kültür Müdürlüğü’nde “Ulucanlar cezaevinin tanıtımıyla ilgili neler yapabiliriz?” konusu açıldı. Bu süreç içerisinde benim fotoğrafçı kimliğim biraz öne çıkmış oldu ve o konuşmada Ulucanlar cezaevinin daha iyi tanıtılması ve daha geniş kesimlere hitap edebilmesi için bir fotoğraf çekim düşüncesi ortaya çıkmış oldu. Aslında engelli bireyler için proje olarak neler yapabiliriz diye gittiğimiz görüşmede bu serginin altyapısını oluşturan fikir de ortaya çıkmış oldu.

Bu çalışma ile daha önce yapılmamış bir şeyi gerçekleştirdiniz, nedir yapılmamış olan?

Evet bu çalışma özellikle Cezaevi Müzesi için ilk kez yapılmış bir çalışma oldu. Şu ana kadar bildiğimiz kadarıyla Türkiye'de hiçbir cezaevi müzesi gece karanlığında sadece mum ışıklarının verdiği ışıkla çekilmemişti. Aslına bakarsanız bu fotoğraf tekniği açısından da bir meydan okumaydı. Genellikle bilinen ve öğretilen, fotoğrafın yeteri kadar ışık alması üzerine kuruludur ve gün Işığı ya da yapay bir ışıkla mekan, sahne ışığa doyurulur. Ben burada fotoğraf makinesinin tekniğinden de yararlanarak uzun pozlama aracılığıyla bu fotoğrafları çektim. Toplamda 280 mum bana bu konuda yardımcı oldu ve bu sayede bu kadar büyük mekanları mum ışığıyla aydınlatabilmiş oldum. Fotoğrafın bana sağladığı bu teknik aracılığıyla da sahneleri yeteri kadar pozlayabildim. Bu teknik hem fotoğrafa sıcaklık verdi hem de nostaljik bir etki yarattı. Özellikle fotoğrafın basımı aşamasında 6-7 farklı prova baskı aldım farklı farklı yüzeylere baskı çalışmaları denedim. En son kanvas baskı, fotoğrafımla resim arasında ilişkiyi en iyi şekilde verebildi. Amacım fotoğraflarımın salt fotoğraf gibi gözükmesi değildi. Resim gibi de hissedilmesini amaçlamıştım. Fotoğraf sergimi gezenler de, ki bunları ressamlar da dahil, fotoğraflarımın resim gibi gözüktüğünü söylediler. Hatta bazılarını inandırmak da bile zorlandım. Öğrencilerimin bir bölümü de fotoğraf ve illüstrasyon karışımı bir teknik olduğunu düşünmüşler.

HAZIRLIK UZUN SÜRDÜ

Serginin hazırlık aşaması nasıl gerçekleşti?

Serginin hazırlık aşaması biraz uzun bir süre aldı. Öncelikli olarak aklımdaki fikrin gerçekleşip gerçekleşmediğinden emin olmam gerekti. Bu sebeple belediyeden özel izin alarak gece saatlerinde mekanı kendi imkanlarımla aydınlatarak bir çalışma yaptım. Bu çalışmanın sonucunda aklımdaki görselle uyguladığım görsel sonucunun örtüştüğünü gördüm. Böylelikle fotoğraf çekiminin diğer etabı ve bence en önemli etabı olan düşünsel altyapısını gerçekleştirmeye başladım. Bunu yaptığım zaman hemen hemen Temmuz ayıydı fotoğrafların çekimine ise Eylül ortasından sonra gerçekleştirdim. Aradaki bu süreç, serginin fikrini bakış açısını geliştirmek ve hangi ortamlarda hangi açılardan fotoğrafları çekeceğimin hesabını yapmakla geçti. Bir tür story board hazırladım.

Bu fotoğrafların oluşma aşaması hakkında neler söylersiniz?

Fotoğrafın kafamda oluşması süreci aslında bir tür kuramsal çerçevesini kafamda oturtma ile benzer zamanlarda oluştu. Zira eğer fikirsel bir altyapıyı hazırlayamazsanız, sadece deklanşöre basmış olursunuz ve bence bu tam olarak bir fotoğraf olmaz. Bir fotoğraf çıkar elbet ama fotoğrafın anlattığı altyapı boş kalır. Dolayısıyla fotoğrafın oluşması, tamamen biraz önce söylediğim gibi bakış açımın gelişmesi fikir sürecini oluşturmak bir yandan Ulucanlar Cezaevinin tarihçesini okumamla, araştırmamla oluştu. Sonraki etap bedenen çalışma süreci… Fikirsel altyapıyı hazırladıktan sonraki etapta fotoğrafları çekmek çok kolay hale geldi. Çünkü hangi fotoğrafı nerede nasıl çekeceğimi ve neden çekeceğimi çok iyi biliyordum. Böylelikle Eylül ayında akşam saat 19 gibi başladığım çekim süreci gece yarısı 2-2,5 sularında bitmiş oldu. Tabii burada benimle beraber çalışan hem kültür müdürlüğünden görevli arkadaşlarımız hem de benimle beraber çalışan hocamız Berkay Göçer ve beni asiste eden 2 öğrencim Aybüke Anayurt ve Rabia Demirkol’un emeklerini söylemeden edemeyeceğim. Çünkü onlar olmasaydı bu çekim süreci bu kadar hızlı sonuca ulaşamazdı.

“O İNSANLARA SON GÖREV”

“Işığında Yananlar sergisi kim ya da hangi görüşten olursa olsun o insanlara, bir saygı duruşu, son görev aslında...” diyorsunuz bu sözünüzü detaylandırır mısınız?

Hepimizin malumu Türk siyasal tarihi pek çok çalkantılar yaşamış bir tarih. Ne yazık ki pek çok farklı kesimden pek çok aydın, siyasetçi, bilim insanı, sanat insanı, düşünür çeşitli zamanlarda cezaevlerine atılmış orada uzun süreler geçirmişler. Hem sağ hem sol görüşlü pek çok değerli insanın yolu cezaevlerinden geçmek durumunda kalmış. Ben bunu metafor olarak bir “yanık izi”ne benzetiyorum. Çünkü yanık izleri hayatımız boyunca vücudumuzda kalır, hep bize o günü, o anı hatırlatır. Cezaevleri de yanık izi gibidir. Orada geçirilen zaman ve oraya düşüş hikayesi insanın hayat boyu unutamayacağı bir hikayedir. Türkiye'de aydın olmak hangi kesimden olursa olsun zamana ve siyasi erkin gücüne bağlı olarak zor olmuştur. Ancak enteresan olan şudur ki, tabii hepsi için söyleyemeyiz ama çoğu aydın insan da cezaevinden çıktıktan sonra davasından, düşüncelerinden vazgeçmemiş ve bildikleri şekilde devam etmiştir. En önemli örneği, Türkiye’nin önemli iki siyasi figürü Bülent Ecevit ve Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Bu iki birbirine zıt görüşlü insanı, Ulucanlar Cezaevi durduramamış ve siyasi hayatlarına tahliye olduktan sonra da devam etmişlerdir. İşte benim sergimdeki anlatmak istediğim de budur. Mumlar, orada yatan aydınları ve siyasileri simgelemekte, yanma metaforu da hayatlarındaki o “yanık izi”ni işaret etmektedir. Onlar çoktan bu koğuşlardan gitseler bile onların verdiği ışık halen tüm bu duvarları ışıl ışıl aydınlatmaktadır. Hiçbir zorluğa yenik düşmemecesine…

Fotoğraf konusuna gelirsek size göre fotoğrafın bir derdi olmalı mı?

Sadece fotoğrafın değil, sanatın bir derdi olmalı diye düşünüyorum. Derdiniz yoksa bir konfor alanındasınız demektir ve konfor, insanı köreltir. Sanat bu yüzden konfor alanından uzak olmalıdır. Fotoğraf da aynı şekildedir. Bana göre fotoğraf, söylenmeyenleri söyleyebilmeli, bilinmeyenleri gösterebilmelidir. Bir duygu ve/veya düşünce yarığı oluşturmalıdır. Bu yarık başka bir düşünce ve duygu düzlemine sizi çekmelidir. Sanatın tüm dalları gibi fotoğraf da öğrenilen ve öğretilen bir dildir. Günümüzdeki en önemli ve evrensel dilin başında görsel dil gelmektedir. Çekmiş olduğunuz bir fotoğraf, herhangi bir yazılı ya da sözlü dil kullanmadan tüm dünyaya kendini anlatabilecek bir güce sahiptir. Bence sadece bu güç bile, fotoğrafa, “bir derdi olma” misyonu vermektedir.

Kaynak: Zehra ŞAHİNDOKUYUCU