Hoşgörü paradoksu size zarar veren bir şeye duyduğunuz hoşgörünün her geçen gün sizin yaşam kalitenizi düşüreceğini ve sizi daha çok taviz vermeye zorlayacağını savunan bir teoridir. Bu paradoksta özne kendi alanını sürekli genişletmeye çalışır ve 'öteki' olanın kişisel alanı gün geçtikçe daralır. Yani hoşgörüsüz bir insana duyduğunuz hoşgörü aslında hoşgörü kültürünü geliştirmek şöyle dursun hoşgörüsüzlüğü arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Bunu neden anlatıyorum? Geçtiğimiz günlerde İstanbul Kadıköy'de tebliğci olduğunu iddia eden bir grup Ramazan dolayısıyla tebliğde bulunduklarını ve kafede yemek yiyen insanlara neden oruç tutmadıklarını sordular. Bu sorunun ardından başka bir vatandaşın olay anını videoya çekmesi üzerine olay üzerine yapılan tartışmalar git gide alevlendi.

Öncelikle durum hoşgörü duyulması gerektiğinden bahsediliyor. Elbette hoşgörü toplumda oldukça gerekli bir şey. Ancak bir ateisti düşünelim. Gidip bir camide neden inanmamalısınız adlı bir konuşma yapsa buna ne kadar hoşgörü duyulur? Veya bu hoşgörüsüzlük müdür yoksa saygısızlık mıdır? Bence kimsenin ibadethanesine gidip de böyle bir şey dememeliyiz. Aynı şekilde insanlar oruç tutmayabilir, inanmayabilir. Herkesin elinde interneti telefonu mevcut, her yer dini kitaplarla dolu ve okuma yazma oranı oldukça yüksek. Yani kendisi de bu çağda bir şeyleri rahatlıkla öğrenebilir. 

İnsanların nasıl yaşamak istediklerine, nasıl yaşadıklarına müdahale etmeden önce sadece kendinize Müslüman olmamanız gerektiğini hatırlatmak isterim. Yani siz nasıl kendi yaşam biçiminize değer veriyorsanız diğer herkesin de yaşam biçimi oldukça kıymetli. Bu müdahaleci anlayışın sonu yok ve oldukça rahatsız edici olduğunu belirtmeliyim...