Şiddet, dünyanın ve ülkemizin en büyük sorunlarından biri. Güçlünün güçsüze şiddeti sorununa insan var olduğundan beri çözüm aranıyor. Aslına bakarsanız sorunun çözümü çok zor değil, çünkü ülkemizde şiddete karşı insanı koruyan yasalarımız mevcut, yeter ki uygulansın, bu doğrultuda şiddete dikkat çeken Gülpembe oyununun yazarı ve yönetmeni Sedat Demirsoy ve oyunun başrolü Gonca Özkan ile bir söyleşi yaptık. Sorularımızı yanıtlayan Birinci Peron Tiyatrosu yazarı ve yönetmeni Sedat Demirsoy, oyununda kocası tarafından şiddete uğrayan kadınları Gülpembe nezdinde anlattığını belirterek, “Kadın cinayetleri her yıl daha da artıyor. Kadınlar öldüğü ile kalıyor. Adamlar son duruşmada aslanlar gibi takım elbisesini giyiyor, on senede iyi halden tahliye oluyor. İşin en kötü yanı bu durum giderek normalleşiyor. Bazı seçilmiş ya da atanmış kişiler de bu duruma söylemleri ile destek oluyor. Üstelik bunların içinde kadınlar da var. Ben anlayamıyorum bunların kafaları ne şekilde çalışıyor. Bir insan üzerinde egemenlik kurma hakkını nereden alıyorlar. Bunun kölelikten farkı ne? Neden kadınlar istediği gibi konuşup, giyinip, düşünüp, gezemiyor? Ben erkek egemen sistemin değişmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak böyle bir toplumda çocuklar ve erkekler de özgür olacaktır” diye konuştu.

Oyuncu Gonca Özkan da oyunun önemli bir soruna parmak bastığını ifade ederek, “Oyunla kadınların kanayan bir yarasını erkek şiddetini anlatmak istedik. Ancak şiddeti her yerde görmek mümkün ve şiddetin her türlüsüne karşıyız” diye konuştu.

Oyunun oluşma süreci nasıl oluştu?

Bu oyunun yazılışı çok kısa bir zamanda gerçekleşti. Oluşumu ise yaklaşık elli yıllık bir süreç. Elli yıldır yakınımdaki kadınlardan, yani akrabalardan ve tanıdığım diğer kadınlardan birçok olay dinledim ya da direkt gördüm. Ayrıca gazete, dergi, edebi eserler ve sosyal medyadan okuduklarım da var. Ben kadınları anlatan oyunlar yazmayı seviyorum. Bu nedenle ilgimi çeken, dramatik bir metinde olmasını uygun bulduğum şeyleri not alırım. Tabii bu tiyatro oyunları yazmaya başladıktan sonra oldu. Daha öncekileri de anımsadığım kadar notlar halinde sakladım. Daha önce yine Garaj Sahne’de seyirci karşısına çıkan Ünsüz Kadınlar’ı yazmıştım. Ama o oyunda iki oyuncu vardı. 2022-23 sezonuna hazırlanırken Gülpembe’yi canlandıran Gonca Özkan, tek kişilik bir oyun oynamak istediğini söyledi. Daha doğrusu oyunu sipariş etti. Normalde sipariş oyun olmaz ama oyuncuyu iyi tanıdığım için (aynı zamanda işletmemizin diğer ortağı) çok zor olmayacağını düşündüm. Bir ay kadar düşünceyi kafamda gezdirdim. Bir anayol çizmeye çalıştım. Ara ara yazdıklarımı Gonca Özkan’a gönderdim. Onun da görüşleri doğrultusunda değişiklikler yaptım ama bir türlü istediğim gibi olmuyordu. Kaç kere yazıp sildim bilmiyorum. Bir sabah uyandım ve yazmaya başladım. Bir haftada bitti. Ortaya Gülpembe çıktı. Oyuncu da çok beğendi. Sonra iki hafta dramaturgisi ile uğraştık. Tabii oyunun metnini, tiyatronun içinden ve dışından, görüşlerine güvendiğimiz arkadaşlarımıza, hocalarımıza gönderdik, onların da düşünceleri doğrultusunda gerekli değişiklikleri yaptık. Provalara başladıktan sonra da oyunda gerekli değişiklikleri yapmaya devam ettik. Oyunu seyirci ile buluşturmadan önce yakınlarımıza seyrettirdik ve görüşlerini aldık. Hala oyunun bazı yerlerini seyirci tepkisi ve yakınlarımızın eleştirilerine göre değiştiriyoruz ve oyun giderek daha da demleniyor. Zaten tiyatronun büyülü yanının bu olduğunu düşünüyorum. Tiyatro dışındaki sanatların eserleri yaratıcısının elinden çıktıktan sonra geri dönmez. Ebeveyninden ayrılan çocuk gibi. Tiyatro, evde (başınıza) kalmış çocuk gibidir. Başınızdan atamazsınız. Atamadığınız ve evde oturan canlı bir şeydir o. Siz de mecburen “madem atamıyorum, bari adam edeyim” diye sürekli onunla uğraşırsınız. Hayalinizdekine yaklaşana kadar. Tabii ki hiçbir zaman hayalinizdeki oyun olamaz. “Evet, ben hayalimdeki oyunu yaptım” diyebilen oyuncu, yazar, yönetmen ya da diğer tiyatro insanları bence derhal tiyatroyu bırakmalıdır. Hazır zirvedeyken…

Oyunda en çok kadına şiddet konusuna dikkat çekiyorsunuz ancak bunu da gayet yerinde dramatik bir örgüyle kurgulamışsınız, bu minvalde neler söylersiniz?

Almanya’da, 2005 yılında yine tek kişilik bir oyun yazıp yönetmiştim. Kadın oyunu değildi. Göçmenler ve entegrasyon ile ilgili bir oyundu. Çok beğenildi. Oradaki arkadaşlarım” gitme burada kal” dediler. Onlara söylediğim şey, sanıyorum sizin sorunuza yanıt olabilir. Şöyle demiştim o zaman: “Türkiye’nin başkenti Ankara, Ankara’nın ortası Kızılay. Bir kadın gece saat ikide, üçte Kızılay’da dolaştığı (buradaki kadınlar gibi) ve kimse tarafından rahatsız edilmediği gün söz geleceğim ve burada kalacağım. Yani o zaman benim de yazacak çok şeyim kalmayacak. Kadınlar sokakta rahatça gezemiyor bile hem taciz ediyorlar hem de “ne işi var o saatte sokakta” diyorlar. Bunu hiç tanımadıkları kadınlara yapıyorlar. Tanıdıkları yani ailesinden olanlara direkt şiddet uyguluyorlar. Hatta insanın en temel hakkı olan yaşama hakkını elinden alıyorlar. Yani öldürüyorlar. Kadın cinayetleri her yıl daha da artıyor. Kadınlar öldüğü ile kalıyor. Adamlar son duruşmada aslanlar gibi takım elbisesini giyiyor, on senede iyi halden tahliye oluyor. İşin en kötü yanı bu durum giderek normalleşiyor. Bazı seçilmiş ya da atanmış kişiler de bu duruma söylemleri ile destek oluyor. Üstelik bunların içinde kadınlar da var. Ben anlayamıyorum bunların kafaları ne şekilde çalışıyor. Bir insan üzerinde egemenlik kurma hakkını nereden alıyorlar. Bunun kölelikten farkı ne? Neden kadınlar istediği gibi konuşup, giyinip, düşünüp, gezemiyor… Ben erkek egemen sistemin değişmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak böyle bir toplumda çocuklar ve erkekler de özgür olacaktır diye düşünüyorum.

TEK KİŞİDE BİRÇOK KARAKTER

Tek kişinin birçok karaktere bürünerek birkaç kişilik bir kadro varmış gibi sıkıcı olmayan bir oyun izliyoruz, bunda hem sizin hem de oyuncunun payı var sanırım?

Anlatıya dayalı oyunlar bir süre sonra sıkıcı olabilir. Bizim geleneksel tiyatromuzda tek kişilik oyuncu olarak meddahlar vardır. Meddahlar seyircinin sıkılmasını önlemek için anlattığı kişilerin taklidini yapardı. Biz de bunu yaptık oyunda. Yani bu yeni bir şey değil. Ben oyunu yazarken ve rejisini yaparken buna uygun olacak şekilde kurguladım. Oyuncu da kendi yeteneklerini bunun üzerine koydu, her karakteri ayrı ayrı günlerce çalıştı. Bazı karakterleri bulmak epey zor oldu. Bir erkeğe kadın rolü oynatırsanız bu komik olur. Kadının erkeği oynaması her zaman komik ya da kabullenilir olmaz. Bunu aşmak için oyuncunun çok çalışması gerekti. Bazı tek kişilik oyunlar izliyorum (Almanya’da izlediklerim de dahil) rolden role geçişte bir tuhaflık oluyor. Özellikle yapılmayan ya da bilinçsizce yapılan bir yadırgatma yaşatılıyor seyirciye. Ben bunu sevmiyorum. Bu geçişleri estetik ve mizansenin devamı gibi daha doğrusu sahnenin tartımının kopmadan yapılmasını istiyorum. Oyunda da bunu uygulamaya çalıştık.

Oyuna güzel bir ilgi var bununla ilgili neler söylersiniz?

Evet, bundan biz de çok memnunuz. Özellikle sizin de izlediğiniz Ankara DT Küçük Tiyatro’da oynanan oyun bizim en iyi gösterimizdi diyebilirim. Sizin de gördüğünüz gibi bu oyun seyirci ile oynanan ve seyircinin tepkisinin oyuncuyu yönlendirdiği bir oyun. Ben o gün oyunu seyreden tüm seyircilerimize çok teşekkür ederim. Bir oyunu hakkıyla sahnelemek çok önemli ama bir o kadar önemli olan diğer şey de hakkıyla seyretmektir. Seyircinin çoğunluğu o kadar iyi tepkilerle oyunu izledi ki, arada çalan cep telefonlarını duymadık. Tabii burada seyirci sayısının çokluğu da önemli. Biz genelde oyunlarımızı Çayyolu’nda kendi sahnemiz olan Garaj Sahne’de oynuyoruz. Sahnemiz elli kişilik. Dolayısı ile oyunlarımızı bu kadar kalabalık seyirci önünde sahneleyemiyoruz. Bu o kadar da sıkıntı değil bizim için. Asıl sıkıntı seyirciyi oyuna getirmek. Gelenler çok beğeniyor. Bu beğenide konunun anlatımında seçilen yol da önemli. Bugüne kadar kadına yönelik şiddeti eleştiren neredeyse tüm eserler olayı en trajik şekilde anlattı. Biz olayı biraz da komik yanından ele aldık. Ama acı bir gülümsemeyle. Yani seyirci bundan da çok hoşlandı. Önemli olan seyircinin oyuna gelmesi. Geldikten sonra beğeniyorlar. Bizden habersiz olan epey seyirci var şüphesiz. Ama Ankara seyircisi genelde ödenekli tiyatrolara gitmeyi tercih ediyor. Özel tiyatrolara çok şans vermiyorlar. Tiyatro seyircisiz olmaz. O yüzden biz Ankaralı tiyatro severleri oyunumuza bekliyoruz. Kesinlikle geldiklerine çok memnun olacaklar ve bugüne kadar gelmedikleri için pişman olacaklar. Bu da çok iddialı oldu ama deneyimlerimiz bu yönde.

Bir sonraki Gülpembe oyununu seyirci nerde ve nasıl izleyebilecek?

Daha önce de söylediğim gibi biz oyunlarımızı genellikle kendi sahnemizde oynuyoruz. Adı Garaj Sahne. Sahnemiz Alacaatlı Mahallesi, 3313.Cadde, 40 numarada. Bir villanın garajında elli kişi seyirci kapasitesine sahip butik bir tiyatro. Oyun öncesi fuayede seyirciler için ikramlar sunuluyor. Oyun bitiminde de katılan seyircilerle fuayede oyun hakkında sohbet ediliyor. Yine çok iddialı olacak ama seyircilerimiz önce tiyatromuzu sonra oyunlarımızı çok sevecekler. Nereden biliyorum? Çünkü bugüne kadar hep böyle oldu. Gülpembe 2024 Şubat Ayında Garaj Sahne’de oynanacak. Biletler biletinial.com’dan alınabilir. Ayrıca sosyal medyadan ve (533) 650 3443 nolu telefondan bilgi alınabilir. Bu yıl Gülpembe oyunundan başka iki oyunumuz daha var. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı için hazırladığımız Nutuk ve Fikriye.  

Birinci Peron Tiyatro nasıl kuruldu ve ne zamandır izleyiciyle buluşuyor?

Birinci Peron Tiyatro, Aralık 2014’te kuruldu. İlk oyunu, Alo Karımla Evleniyorum 14 Şubat 2015 sevgililer gününde sahnelendi. Sonraki yıllarda Kelaynaklar, Anne Bana Gitme De ve Ünsüz Kadınlar sahnelendi. Pandemide uzun bir zaman çalışmalara ara verildi. Birinci Peron Tiyatronun perdeleri 2022 yılı Aralık Ayında tekrar açıldı. Ankara merkezli profesyonel bir tiyatro olan Birinci Peron, Kültür Bakanlığına ve TOBB’a kayıtlıdır. Ankara Kent Konseyi ve Antiyap (Ankara Tiyatro Yapımcıları Derneği) üyesidir. Söylediğim gibi şu anda üç oyunla yola devam ediyoruz. Yeni oyunlar yolda. Oynanan oyunlarla ilgili biraz daha ayrıntı vermek istiyorum. Gülpembe, tek kişilik kadın oyunu. Tek Perde, 75 dakika. Fikrîye, tek kişilik kadın oyunu. Tek perde, 65 dakika Nutuk, politik belgesel oyun. Tek Perde, 60 dakika.

“TİYATRO HEM İYİYE HEM KÖTÜYE GİDİYOR”

Günümüzde tiyatro nereye gidiyor?

Hem iyiye gidiyor hem kötüye gidiyor. İyiye gidiyor, çünkü ödenekli tiyatrolar ve televizyon ünlülerinin oynadıkları oyunlara bilet bulunmuyor. Kötüye gidiyor, ne kadar iyi iş yaparsanız yapın ekran yüzü değilseniz seyircinin çoğunluğu (sizinle selfie yapıp sosyal medyada paylaşamayacağı için) oyununuza gelmiyor. Seyircinin hepsi demiyorum. Tiyatro severleri tenzih ediyorum. Onların da bazen özel tiyatroya gitmek içinden gelmiyor. Haklılar çünkü tiyatrodan habersiz, özel tiyatro yaptığını iddia eden birtakım oluşumlar var. Oyun izlemek için salona giriyorsunuz ve dayak yemiş gibi çıkıyorsunuz. Ne dediği, neden dediği belli olmayan şeyler. Geçimini tiyatrodan sağlamaya çalışıyor. İyi de kendi işini yapsana! Oradan geçin. Zaten tiyatrodan geçinilmiyor. Neden bilmediğin işi yapmaya çalışıyorsun? Tabii seyirci onu görünce özel tiyatrodan uzaklaşıyor. Bununla da yetinmiyorlar, bir de kurs açıp çocukları, gençleri tiyatrodan nefret ettiriyorlar. Kendi eğitimi yok, başkalarını eğitmeye kalkıyor. Buradaki eğitimden kastım okullu olmak anlamında değil. Şüphesiz sanat ve zanaat iyi bir ya da birkaç ustadan öğrenilir. Bu okullu da olsanız, alaylı da olsanız böyledir. İşte o eğitimi almadan ben yaptım olducular var. Sözünü ettiğim onlar. Bir de özel tiyatroların maliyet sorunları var. Ödenekli tiyatroların bir oyun için ayırdığı bütçe ile bir özel tiyatro ömrünü tamamlıyor. Yani yıllarca o kadar parayla bir sürü oyun sahneliyor, maaş, kira, vergi veriyor. Tabii ödenekli tiyatro ile aynı fiyata bilet satamıyor. Seyirci daha ucuz diye ödenekli tiyatroya gidiyor. Selfie yapacağı oyuncu varsa iş değişiyor. O zaman bilet fiyatı ikinci planda kalıyor. Birinci plan selfie. Ödenekli tiyatrolara giden seyirci özel tiyatrolara gitmek yerine aynı oyuna birkaç kere gidiyor. Halbuki aynı oyuna fazladan gittiği parayla özel tiyatroya gidebilir. Ama öyle yapmıyor. Bu seyircilerden birkaçı ile konuşma şansım. Aynı oyunu izledik. Bana göre oyun bile değildi. Oyunda neyi sevdiklerini sordum. Biri kostüm, biri dekor vs dedi. Dekoru sevene Ankara Siteler’de bilet almadan daha iyi mobilyalar görebileceğini, bazı mağazaların üstüne oturmasına bile izin vereceklerini söyledim. Kostümleri beğenene de giyim mağazalarına git, orada üstüne deneyebilirsin dedim. Bu arada oyun günümüzde geçtiği için günlük giysiler ve dekor vardı. Yani dönem değildi. Bunun yanında oyunun ne söylediği ile ilgilenmemişlerdi. Çünkü ödenekli tiyatrolar ödeneği sağlayan kurumlarla çelişmemek için çok da bir şey söyleyemiyorlar. Hatta neredeyse hiçbir şey söylemiyorlar. Ayrıca çok pahalıya mal ettikleri oyunların biletlerini çok ucuza satarak özel tiyatrolara karşı haksız rekabet yapıyorlar. Sonuçta yine de ben tiyatro seyircisinin günden güne çoğaldığını (söylediğim her şeye rağmen yani niteliksiz bir nicelik de olsa) gördükçe umutlanıyor ve seviniyorum.

Son olarak eklemek istedikleriniz neler?

İzninizle önce özel bir şeyler söylemek istiyorum. Sizin izlediğiniz Gülpembe oyunundan önce bir hanımefendi benden program kitapçığı istedi. Amerika’daki çocuklarına gönderecekmiş. Ben de “kitapçık yok ama ben size sosyal medyadan göndermeniz için oyunun afiş, anlatım ve fotoğraflarını gönderebilirim” dedim. Oyundan sonra hanımefendiyi göremedim. Sizin aracılığınızla seslenmek istiyorum. Lütfen bana ulaşsın. Sözümü tutmak istiyorum. Yine aynı oyunda bu kez oyundan sonra bir beyefendi kulaklarında sorun olduğunu söyledi. Oyunun bazı yerlerini anlayamamış. Ben de kendisini Garaj Sahne’deki oyunumuza davet ettim. En önden yer ayırdım. Eğer bana ulaşırsa davetiyesi ben de duruyor. Bunlar özeldi. Şimdi genel bir şeyler söylemek istiyorum. Bilinçli tiyatro seyircisi yetiştirmemiz lazım, ödenekli tiyatrolar şöyle, özel tiyatrolar böyle, vergileri kaldırın, borçlarımızı silin falan gibi şeyler söylemeyeceğim. Bunlar hep söylendi. Demek ki olmuyor. Ben olması kolay bir isteğimi söyleyeceğim. Sevgili seyircilerimiz, sosyal medyalarda birer grup kurun. Mesela Ankara Özel Tiyatro Müdavimleri olsun adı. Orada gittiğiniz oyunları eleştirin. İyiyi önerin, beğenmediğiniz oyunlar için “gitmeyin” diye uyarın diğer tiyatro seyircilerini. Biz alınmayız, hatta böylece oyunlarımızın niteliği de yükselir belki… Ama olabildiğince çok üyesi olsun. Bir de troller olmasın. Hep dürüst ve gerçek olunsun. “Mış” gibi olanı biz sahnede yapıyoruz zaten. Siz onu yapmayın. Biz de oyunlarımızı orada duyuralım. Böylece bizi Ankara seyircisinin daha çok tanımasını sağlamış olursunuz. Malum bütçelerimiz düşük olduğu için tanıtıma büyük paralar ayıramıyoruz. Siz de bunu hiçbir ücret ödemeden yapacaksınız. Aslında böyle bir grup var ama ödenekli tiyatrolar için. Biz o grupta oyunlarımızı tanıtmak istediğimiz zaman grubun kurucusu tarafında uyarıldık. “Siz ana sayfada oyununuzu tanıtamazsınız” diye. Bize ayrı bir yer ayırmışlar. İyi de beni bilen bakar oraya sadece. Bizi neden ayıplı mal gibi oraya sakladıklarını o zaman anlamamıştım. Hala anlamıyorum. Hırsız değiliz arsız değiliz. İşimizi yapıyoruz. Ödenekli tiyatroların seyircisinin daha da çoğalarak özerk bir yapıda özgürce oyunlar sahneleyeceği, özel tiyatroların da ödenekli tiyatrolar gibi kapalı gişe oyunlar oynayacağı, ekonomik sıkıntılarının biteceği, tiyatro yaptığını sanıp tiyatroyu bilmeyenlerin maaşa bağlanarak tiyatro yapmalarının yasaklanacağı, bol alkışlı, bol ışıklı günleri hepimizin görebilmesi dileğiyle hepinize sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum.

“İNSANLARIN HAYATINA DOKUNUYOR”

Oyunun başrol oyuncusu Gonca Özkan ise oyuna dair şunları söyledi:

“75 dakikalık bir oyun. Oyunumuz tiyatroda terzilik yapan bir emekçinin hayatını anlatıyor. Oyun, kocasının öldüğü gün tiyatroya işini yapmaya gelen Gülpembe’nin, o gece prömiyeri yapılacak oyunda oyuncunun yerine tiyatroya çıkmasıyla oyun başlıyor” dedi.

Şiddeti anlatan bir oyunda oynamanın önemini aktaran Özkan, şunları söyledi: “Çalışırken çok keyif aldım hayatın içinden insanları anlatıyoruz. Bununla bitlikte oynadıkça ve seyirciden gelen yorumlarla gördüm ki hakikaten insanların hayatına dokunuyoruz ve oyunumuz insanları anlatıyor, onlara dokunuyor. Şiddet ortamında yaşıyoruz kadınıyla erkeğiyle, Kadınlar daha zayıf olduğu için daha çok şiddet görebiliyorlar, ama elbette erkekler de şiddet görüyor ama biz de bu oyunla bir kez daha şiddetin her türlüsüne karşıyız’ demek istiyoruz.”

Kaynak: Zehra ŞAHİNDOKUYUCU